Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Para-mara, ihale-mihale, edebiyat-sanat

Para-mara, ihale-mihale, edebiyat-sanat

Bakın bu konuda çok haklısınız Ahmet Hakan Bey…

Dediğiniz gibi, dindar çevreler olarak inşaatta iyiyiz…

İyi kampanya yapıyoruz…

Oy almakta mahiriz…

Teşkilâtçılıkta âlâyız…

İhale-mihale işleri de, söylediğiniz gibi, tamam…

Site yapmaca, bina kondurmaca, arazi kapmaca güzel…

Vakıf kurmasını, miting yapmasını biliyoruz…

Ama yine sizin de belirttiğiniz gibi, medyada felaketiz… Sanatta yokuz… Kitap yayımcılığında geriledikçe geriliyoruz… Estetikte hamle yapamıyoruz, en iddialı olduğumuz edebiyat ve şiir alanında bile bunalımdayız… Fikir alanında çıkış bulamıyoruz.

Edebiyat tarihimizin efsanevi isimlerinin anlatıldığı “Yedi Güzel Adam” dizisini TRT’den izlemek yerine, Star’dan Acun Ilıcalı’nın saçma sapan yarışmasını izlemeyi tercih etmişiz…

Oysa bir rivayete göre yüzde 45, bir rivayete göre yüzde 43 oy almışız…

Haklısınız Ahmet Hakan Bey, tam da eleştirdiğin noktada duruyoruz: Elimizde uzaktan kumandayla o dizi senin, bu futbol programı benim, dolaşıp duruyoruz.

Hangi dizide daha çok fitne-fücur, yalan-dolan, aşk-meşk, kavga-gürültü, zehir zemberek varsa, onu izlemeyi seçiyoruz. Bir yandan da “tebsira-i ibret” deyu kendi kendimizi avutuyoruz.

“Bâtılı iyice tasvir safi zihinleri idlâl eder” (Bediüzzaman) ya, farkında olmadan zihinsel anlamda dalalete düşmüşüz!..

Dil ile ifade ettiğimizi kalb ile tasdik edemiyoruz bir türlü; etsek bile hayata geçiremiyoruz!

Ruhumuzla kalbimiz örtüşmüyor: Biri bir yana çekiyor, diğeri öbür yana…

Hâsılı, yıllardır paramparçayız: Ben de öyleyim, siz de öylesiniz!

Çünkü biz olmamız gereken yerde değiliz, gerekli gördüğümüz yerdeyiz…

İnancımıza göre değil, durumumuza göre yaşıyoruz: Bir anlamda “durumdan vazife” çıkarıyoruz yani!

Sizi yoran şartlar bizi de yormuş olamaz mı?..

Sizi bozan şartlar bizi de bozamaz mı?

Unutmayın ki, hepimiz “acımasız kapitalizm”in narına yanıyoruz! Üstelik biz yeni yeni aldık kapitalizmin kokusunu…

Yeni yeni öğrendik, “Altta kalanın canı çıksın” tekerlemesini…

Yeni yeni vardık gücün tadına, gücü kullanmanın keyfini yeni yeni tattık!

Baktık ki, yıllar boyu fena halde sömürülmüşüz, itilip kakılmışız, dövülüp haklanmışız…

İki yol vardı önümüzde: Ya o yüksek makamlara gelip paraya-pula kavuşarak “doğru insan” nasıl olunduğunu gösterecektik ya da bir şekilde paraya-pula, makama-mevkie kavuşup vaktiyle bizi ezenlere hadlerini bildirecektik!

“Biraz da onlar sürünsün” diyecektik!

Gerçi birinci yol “Asr-ı Saâdet” yoluydu, ama o yolda yürümek çok zordu: Öncelikle “tevazu”, ardından “istiğna” (içinde bulunulan şartlarla yetinmek), sonrasında “mahviyet”, nihayet “şefkat”, “hamiyet” ve “samimiyet” gerektiriyordu…

Uzun boylu düşünmeye gerek görmeden, modernitenin de özendirmesiyle ikinci yola girdik: Lüksle, ihtişamla, israfla tanıştık…

İslâmî disiplinden koptuk, başka disiplinlere giremediğimiz için de “ilkesiz” ve “kuralsız” kaldık!..

Ama vicdanımız pek rahat değildi. İhtirasımıza “kutsal” bir “kılıf” geçirip çok şükür bunu da hallettik! Artık ezebildiğimizi ezmeye, yerle bir edebildiğimizi yerle bir etmeye çalışıyoruz!

Artık “her şey mubah” yolundayız sanırım!

Bu savruluşta, sizin hiç mi payınız yok acaba, Sayın Hakan?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi