Bir Anne Bir Hukuk ve Zavallı Bizler
“İran'da oğlunun katilini idam sehpasındayken son anda affederek tüm dünyanın dikkatini çeken o anne, bu kararı nasıl verdiğinin acı dolu öyküsünü anlattı.
Abdullah Hüseyinzade, 2007'de 18 yaşındayken, İran'ın Mazandaran bölgesinde çıkan bir sokak kavgasında arkadaşı Bilal tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü. Bilal idama mahkum edildi; İran yasaları kurbanların babasına katilini affetme hakkını verirken, eşi de bu kararı acılı anneye bıraktı.”
Burada babanın ince bir siyaseti vardı. Aslında af yetkisi kendisi tarafından kullanılabilirdi. Ama o zaman annenin kalbinden keder asla giderilemeyecekti. Anne ancak kendisi af ederse, içi rahatlayacak, intikam ateşinden kurtulabilecekti. Baba, anlaşılan hikmet sahibi bir insandı.
“Fakat Samereh affetmemekte kararlıydı. Abdullah, kaybettiği ikinci oğluydu; en genç oğlu 11 yaşındayken bir motosiklet kazasında ölmüştü. Samareh, The Guardian gazetesiyle söyleşisinde, idam günü yaklaşırken oğlunu sürekli rüyasında görmeye başladığını anlattı:
“İnfaz tarihinden 10 gün önce, oğlum rüyamda benden intikam almamamı istedi. Fakat kendimi ikna edemedim. İnfazdan gün önce bir kez daha rüyama girdi ama bu sefer benimle konuşmayı reddediyordu.”
İdamdan bir gece önce çok sayıda akrabalarının evlerine geldiğini söyleyen acılı anne, “Katilin cezalandırılması gerektiği konusunda çok katıydım, dolayısıyla benin affetmemi de beklemiyorlardı. Hiçbirimiz sabaha kadar uyuyamadı. Son ana kadar onu affetmek istemedim. Eşime iki gün önce, bir cezası bile olsa bu adamı affedemeyeceğimi, kendimi ikna edemeyeceğimi söyledim.”
Samareh, infazın gerçekleştirileceği Nur Hapishanesi'nin kapısına gittiklerinde de hâlâ caymamış. Eşi bir kez daha “Son sözü sen söyleyeceksin, çok acı çektin' demiş, o da her iki taraftan idamı izlemek üzere gelen aile üyelerinin arasındaki yerini almış. Fakat işler, Bilal'in gözleri kapatılıp boynuna ilmik geçirilmesiyle değişmeye başlamış.
İran merkezli haber ajansı ISNA'nın dünyaya duyurduğu görüntülerde, Samareh'nin yerinden fırlayıp Bilal'e önce bir tokat attığı, sonra da ilmiği çıkardığı görülüyordu. Samareh, Bilal'in bu sırada “Beni annem ve babam için lütfen affedin” diye merhamet istediğini, kendisinin de önce, “Sen benim oğlumun annesi ve babasına merhamet gösterdin mi?” yanıtını verdiğini anlattı.
Ancak Samareh tam da bu noktada yerinden kalkmış ve katilin ayağının altındaki tabureyi itmek yerine ona tokat atmıştı. Samareh, işte o tokatla ‘kendine geldiğini' anlattı: “Tokat attıktan sonra kalbimdeki öfke yok oldu. Damarlarımdaki kanın yeniden akmaya başladığını hissettim. Gözyaşlarımı tutamadım ve eşimi çağırıp ilmiği çıkarmasını istedim.”
Bu af, iki annenin ilk kez karşı karşıya gelmesine yol açmış, Bilal'in annesi Kübra Samareh'in ayaklarını öpmeye çalışmıştı. Samareh Alinecad bu konuda da, “Onun bunu yapmasına izin vermedim. Kolundan tuttum, ayağa kaldırdım. Sonuçta o da benim gibi bir anneydi. O kadar mutluydu ki, sanki birisi onu uçsun diye kanatlandırmıştı” dedi.
Samareh, bu trajedide gençler için bir ders yer aldığını söyleyip “Dışarı çıktıklarında bıçak taşımasınlar. Bir kişiyi öldürdüklerinde sadece onu değil, annelerini ve babalarını da öldürüyorlar” diye konuştu. Acılı anne, “Bilal saftı. Öldürmek istememişti; bu onun doğasında yok. Fakat aniden sinirlenmişti ve o sırada elinde bıçak vardı” dedi.
Oğlunun katilini affetmesinden sonra verdiği röportajda, Samareh yedi yıl sonra ilk kez huzuru bulduğunu da anlattı: “Çocuğunuzu kaybetmek, vücudunuzun bir parçasını kaybetmek gibi. Bunca yıldır hareket eden bir ölü gibi hissettim. Fakat şimdi çok sakin ve huzurluyum. İntikam duygusunun kalbimden çıktığını hissediyorum.”
Bilal, aftan sonra da hapishanede kalacak. İran'da bir kurbanın ailesi katili idamdan kurtarabilse de, hapishane cezasını kaldırma yetkisi yargıya ait.
(https://www.habervaktim.com/haber/369385/iranli-anne-konustu.html)
Şimdi burada İslam’ın azizliğini bir kere daha görelim. Bu babanın ve annenin davranışlarındaki hikmet, erdem ve yücelik, onların mensup olduğu İslam terbiyesinden kaynaklanmaktadır. Zaten fıtratta var olan o merhamet duygusunu İslam daha bir beslemiş, büyütmüş ve geliştirmiştir.
İkinci bir konu da İslam hukukunun güzelliğidir. Batı hukuku anne ve babaya katili affetme yetkisi verir mi?
Asla!
Eğer İran’da, maalesef bizdeki gibi laik batı hukuku yürürlükte olsaydı, o anne veya baba, idam sehpasından o genci alamazdı. Zira İslam Hukuku, taammüden katilin cezasını “kısasa kısas” diye idam ile cezalandırırken, “miras düşen yakın akrabalardan” birisinin affetmesiyle kısas cezası mecburen “diyet” cezasına dönüşür.
Diyet ise ya yüz deve, ya ikiyüz sığır, ya da ikibin davar veya bedelidir. Başka ölçü birimleri de vardır ama biz detaydan bahsetmeyelim şimdi. Burada sulh da caizdir. İsterlerse, bu miktarı istedikleri kadar düşürebilirler, isterlerse bunu da almaz, meccanen öylece affedebilirler. O zaman hadislerin müjdelemesine göre, tertemiz kalpleriyle onlara da bu yaptıklarına bedel “cennetin sekiz kapısı açılır ve dilediklerinden girme imkanı” kazanırlar. O yüzden bizim tarihimizde böylesi aflar çoktur. Ben bizzat yaşadığım bir olayı bir kitabımda anlatmıştım.
İran’da biraz daha yatmanın gerekçesi “kamu davası” olabilir. Bu da tartışılacak bir konudur. Suçlu ıslah olmuşsa, hiç yatmayabilir de.
İşte İslam hukuku, işte İslam insanı. Maalesef İslam hukukun, yani “şeriat”ın en fazla tenkit gören yanı “ceza hukuku” kısmıdır. Ama göreceksiniz, gelecekte en fazla övülen yanı, yine bu hakkıyla anlaşılmayan “ceza hukuku” yanı olacaktır. İnsanlık, ömrü varsa, onu görmeye mecbur kalacaktır.
Biz bu örnek olarak dillere destan olan “insan” ve “hukuk” anlayışından zorla çıkarıldık ve kafir batının laik ve dinsiz hukukunu almaya mecbur bırakıldık. Hem de hiç istememize rağmen! Zor, cebirle, şiddetle…
Halkını zorla, cebir ve şiddetle, hiç acımadan öldüre öldüre istemediği bir yere sürükleyenlere tarihte “zorba, zalim, diktatör, faşist” derler. Biz de is “kahraman”.
Erdoğan’a “diktatör” diyenler, enselerinde çıban yoksa, az arkalarına baksınlar…