Kutlu Doğum, mutlu çözüm
Dünyanın tüm gelirinin yüzde yetmişini yüzde otuzluk bir “kaymak tabaka” yiyor, geriye kalan yüzde yetmişlik ekseriyet ise dünyadan yalnızca yüzde otuz pay alabiliyor…
Yeryüzünde bir lokma ekmeğe ve bir yudum temiz suya muhtaç milyonlar var: Bir kesim dünyalı fazla gıda almaktan, diğer kesim dünyalı ise açlıktan ve susuzluktan ölüyor!
Ahlâkî normlar da zaten hızlı üretim-tüketim kıskacında yaralanıp berelendi. Bu son derece dramatik olgunun bugünkü sistemin içinde kalarak değişmesi ise hayli zor görünüyor.
Faşizm, komünizm, kapitalizm zaten denendi. Hiç biri derde deva olamadı. Beşerin beşer için bulduğu çözümler, beşeriyete savaş, terör, adaletsizlik, kısacası mutsuzluk getirdi ve hayat, para ile güç kıskacına sıkıştırılmış maddeciliğe tıkandı.
Yeni bir “hayat telâkkisi”ne, farklı bir “yaşam biçimi”ne, “değişik çözüm”lere ihtiyaç var. Kısaca buna “Yeni Düzen” diyelim.
Öyle bir düzen ki, “insan insanın kurdu” olmaktan çıkıp, yaradılış hikmetine tekrar dönüyor, hayata ve insana saygı çerçevesinde ebedileşip âbideleşiyor…
Yaşama hakkı başta olmak üzere dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun, tüm insanlar her türlü hak ve özgürlüklerden eksiksiz yararlanıyor, dünya nimetleri âdil bir şekilde paylaşılıyor: Ancak böyle bir düzende insanlar huzur bulur ve ekserisi mutlu olur!
Örnek isteyen “Asr-ı Saâdet”e ya da “Saadet Asrı”nın esas alındığı “Selçuklu/ Osmanlı terkibi”ne baksın…
Otomobil, uçak, tren, buzdolabı, bilgisayar, çamaşır-bulaşık makinesi, fritöz gibi, vs. gibi, bugün hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz teknoloji nimetleri olmadığı halde, insanlar bugünkünden çok daha mutlu ve huzurludur.
Bunun sebebi, insanlar arasında hiçbir ayırım yapılmamasında, özellikle de nimet ve külfet paylaşımında hakkaniyet esaslarına riayet edilmesinde aranmalıdır.
Açıkçası, dünyanın yeni bir yürek inkilâbına ihtiyacı var!
Hatırlayalım ki, Âlişan Efendimiz’den önce hayat düşmanlık üzerine kuruluydu. Kabileler kan dâvası güdüyor, hayata menfaat eksenli kavgalar hükmediyordu…
Kadınlar, tek tek sayılıyor, erkeklerin ihtiyacı kadarı ayrılıyor, gerisi “ihtiyaç fazlası” telâkki edilerek diri diri gömülüp öldürülüyordu…
Bu düzen Efendimiz’in gelişiyle birlikte değişti: Kadın, kendi gerçeğine ulaşıp özgürleşti, erkekle birlikte “Ekmel-i varlık” olup, Kur’an-ı Kerim’de verilmiş makamına ulaştı.
Düşmanlığın yerini “kardeşlik” aldı. Öyle bir kardeşlik ki, Medine halkı (ensar), daha önce hiç görmedikleri Mekkeli (muhacir) kardeşlerine evlerini, imkânlarını ve yüreklerini tereddütsüz açtılar. Tam anlamıyla “kardeş” oldular. Bunun mimari Resulüllah’tır.
İnsanlık tarihinin kaydettiği bütün inkılâblar silaha dayalı iken, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in gerçekleştirdiği inkılâp, salt yüreklere dayalı olarak gelişti: Bu yüzden, sözün tam mânâsıyla, bir “Yürek İnkılâbı” oldu…
Bu Yürek İnkilâbı’nı daha derinden kavrayabilmenin en kolay yolu, Hazret-i Ömer’in hayatının birkaç saatlik bölümüne bakmak yeter…
Peygamber-i Âlişan Efendimiz’i öldürmek üzere evinden çıkan kin tufanı Ömer’le, kendi yürek inkilâbını gerçekleştirmiş olarak evine dönen Hz. Ömer arasında büyük farklar var… “Müslümanlık” dediğimiz olguyu kavramak, Hz. Ömer’in birkaç saat içinde geçirdiği dönüşümü kavramaya bağlıdır.
Öyle bir dönüşüm geçirmiştir ki, birkaç saat içinde yüreğindeki kinin yerini sevgi, intikamın yerini bağışlama, öfkenin yerini şefkat, yıkmanın yerini inşa, ifsadın yerini ihya, incitmenin yerini sabır, dışlamanın yerini kucaklama, gururun yerini tevazu, asık suratlılığın yerini gülümseme almıştır…
O güne kadar yeri tekmelercesine yürüyen Ömer, karıncayı incitmemek için yere dikkat ve şefkatle basmaya başlamıştır…
İşte bugünkü dünyanın ihtiyacı budur: Dünya Ömer’in birkaç saat içinde geçirdiği “Yürek İnkılâbı”na muhtaçtır!
Her geçen yıl mutluluktan biraz daha uzaklaşıyor, belki de bu yüzden “Kutlu Doğum”u her geçen yıl daha büyük bir hasretle kutluyoruz!
Eminim hasretimiz dua olacak ve “kutlu doğum”lar “mutlu çözüm”ler getirecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.