“Savcı Bozuntusu, Kim Oluyorsun Sen?"
Şu ağıza bakar mısınız? Ne kadar nezaket, kibarlık, efendilik, centilmenlik yansıtıyor değil mi? Dinleyenlerin kulaklarından kalbine huzur, beynine mutluluk akıyor bu üslup sayesinde(!)
Bu sözleri söyleyen zat, yüksek tahsilli bir solcu. Kendini çağdaş, ilerici, batıcı, aydın, hümanist, demokrat, laik, hoşgörülü, uygar birisi olarak tanımlıyordur kuşkusuz. Devlet görmüş, umur görmüş birisidir. Bir aile reisidir. Hatta hasbel kader ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanıdır aynı zamanda. Yani örnek ve önder kişi…
Hal böyle olunca bu kadar nazik, kibar, ince, insancıl olması, bu kadar sevecen ve hoşgörülü olması çok tabiidir değil mi?
Ve bu zat “siyasi ahlak” yasası çıkarmak istediğini söylüyor her fırsatta. Layıktır değil mi?
Bakın ne demiş, en az kendisi kadar tahsilli insanlara yaptığı konuşmada: “Bir savcı vardı, 'Gelsin ifadesini alacağız' diyen. Gülüp geçtim. Benim merak ettiğim hukuk diplomasını kim verdi, gerçekten savcı mı değil mi? Cumhuriyet savcısına saygı gösteririm, Bilal'in savcısının olduğu yerde o savcı olmaktan çıkar.
İfademi alacağımı sanıyor savcı bozuntusu, kim oluyorsun sen?"
Hem ne kadar kahraman, ne kadar cesur, ne kadar riskli olsa da doğru sözlü bir adam değil mi? Koca yargıya meydan okuyor, “bozuntu” diyor savcıya ve ekliyor: “kim oluyorsun sen?"
Şimdi kendi kendime hayıflanıyorum; kaç kere savcıya ifade verdim. Ben niye o zaman aslan gibi kükreyerek “ben size hesap vermem arkadaş! Ben bu çarkı bozarım!” diyemedim ki.
“Bu kitabı sen mi yazdın? Bu ifadeler senin kitabından mı? Sen kürsüde böyle böyle konuşmuşsun, doğru mu? Cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği, kanunları aleni tahkir ve tezyif etmişsin, kabul ediyor musun? Sınıfta müfredat prıogramını bırakıp İslam Devleti ve hilafeti anlatmışsın, öyle mi?” dedikleri zaman, “Yok öyle bir şey. Anlattığım zaten programda var. Ben bu sistemi eleştirdim, o kadar. Fakat ne yazımda, ne de sözlerimde tahkir ve tezyif yok” dedim süklüm püklüm.
Her ne ise, bama sorarsanız bu konuşmayı ağrı dağının, ahır dağının, Erciyes dağının başında yaşayan birinden bile beklemem. Ya sizler bekler misiniz? Elbette beklemezsiniz. Oralar memleketin zirveleridir. İşte seviye farkı…
Ne olmuş da kükrüyor bu aslan parçası?
O savcıdan dinleyelim. Hani şu “savcı bozuntusu, kim oluyorsun sen?" denilen adamdan. Şu hakkında dosya açılarak apar topar Edirne’ye gönderilen saygın devlet memurundan:
“Davete muhatap olanlar tarafından konu fazlasıyla abartılıp kabartıldı. Sehven de olsa bir davetiye gelmiş, gelinmez biter gider. Zorla getirme çıkarmamışız, yakalama çıkarmamışız, sorgulama yapmamışız, olmayan bir suçu biz isnat etmemişiz. Yani abartılacak hiçbir şey yok ortada. Sehven gönderilen şey dahi sonuçta bir davetiyedir. Bundan bu kadar fazla sonuç çıkarmanın hiçbir gereği yoktu.”
Yani gül geç. Hatta utandırma adamı, gizlice kusurunu bildir. O da mahcup olarak özür dilesin. Böyle kükremeye, nara atmaya, hakaret etmeye ne gerek var? Hani insanlık? Hani hoşgörü? Mevlana gecesinde söylediklerin nereye gitti?
Ben şu “kim oluyorsun sen?" lafına takıldım asıl. Ne demek bu? “Sen kim oluyorsun da ben senin ayağına gidecek, yanına oturacak ve sözünü dinleyeceğim” anlamına gelmez mi?
İyi de ya sen kim oluyorsun? Bütün vatandaşlar eşitti hani? Senin üstünlüğün veya fazlalığın ne? Neden kendini bu kadar büyük görüyorsun?
Bu olay bana asr-ı saadette geçen bir olayı hatırlattı. Tamam, ben o olayı gelecek yazıda yazacağım, ancak önce size sorayım; acaba siz onu tahmin ettiniz mi?
Hadi ettiyseniz tahmininizi bir kenara not edin, gelecek yazıda kendinizi test edersiniz inşallah.
Olmaz mı?