Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Anne hasreti ve düşündürdükleri

Anne hasreti ve düşündürdükleri

Dünyada  öğretilen bilgilerin hiçbiri, bize bir ananın tek bakışının öğrettiğini öğretebilir mi? Ne kadar çok kitap okumuş olursak olalım, asıl okuduğumuz en kıymetli kitap ‘Annemiz Kitabı’ değil mi?

Ne zaman anneden bahsedilse içimiz kıpırdar, bir hoş oluruz. Hele benim gibi yetim ve öksüz bir altmışlık adam, hep hatıralara sığınır buğulu gözlerle. Öğrendiğimiz hayat bilgisi, verilen uygulamalı âdab-ı muaşeret dersleri, komşularımıza gönderilen bir tas çorba, bir sürü mazeretlere sığınsak da elimizden tuttuğu gibi götürülen akraba ziyaretleri, gelen misafirlerle alakadar olmalar, kurulan sofralar, paylaşılan sevinçler, üzüntüler dertler…

Aman Allah’ım başka bir dünyada mı yaşamışız yoksa şimdi yaşanmayan bir dünyada mıyız? Üstadın ‘Evim’ şiirinde resmettiği gibi:

Bir köşende anneannem, dalgın Kur’an okurdu

Ve karşısında annem, sessiz gergef dokurdu.

Semaverde huzuru besteleyen bir şarkı;

Asma saatte tık tık zamanın hazin çarkı...

Çam kokulu tahtalar, gıcır gıcır silinmiş;

Sular cömert, “temizlik imandandır” bilinmiş...

Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler.

Ölçülü uzaklıkta, yakın beraberlikler...

Dünyada  öğretilen bilgilerin hiçbiri, bize bir ananın tek bakışının öğrettiğini öğretebilir mi? Ne kadar  çok kitap okumuş olursak olalım, asıl okuduğumuz en kıymetli kitap ‘Annemiz Kitabı’ değil mi? Hâlâ Anadolu’da dilden dile gönülden gönüle anonim hale gelmiş şu mısralar her anne bahsinde mırıldanıp, iç dünyamızın tellerine dokunup bize duygusallıklar yaşatmaz mı?

‘Ana başa taç imiş, her derde ilaç imiş

Bir evlad pîr olsa da, anaya muhtaç imiş.’

‘Beşiği sallayan el, devlete bile hükmeden el’ denmiş. Batılılar bile: ‘Kadınlar zayıftır, analar kuvvetlidir.’ Sözleriyle annenin ağırlığını, kuvvetini teslim etmişler. Şimdi ne o günler var, ne de anne kokularının sindiği yuvalar… Anne-baba işe, çocuk kreşe! Yavrucaklar ya anaokulu, ya da bakıcıya teslim. Sonuç mu?

Komşuluk, mana ve ruh, ne varsa heder oldu;

Bir yeni nesil geldi, üst üste binenlerden;

Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden...

‘Anne Kokusu’ deyince meşhur bir hikayeyi hatırlatmadan geçmek olur mu?

Anne Kokusu

Battaniyede sallanan bebek bir türlü uyumuyordu. Üzerine annenin eşarbı örtülünce aniden sustu. Eşarbı iki eliyle yakalayıp burnuna getirdi. Kokusunu birkaç kez içine çekti. Gözlerini kapattı, başını hafifçe yana döndürdü, sessizce uyumaya başladı. Onun için en güvenli ve huzurlu yer, kokusunu doya doya içine çektiği anne kucağıydı. Battaniye mesafesinde de olsa anne kokusunu duymadan uyumak güç oluyordu.

Anadolu’nun pek çok yöresinde annenin bir eşyası bebeğin beşiğine asılır yahut uzun süre boynuna taktığı bir kolye bebeğin yanı başına iliştirilirdi. Anne kokusunu yanında duyan bebek anne tarlada olsa da yanındaymış gibi beşiğinde mışıl mışıl uyumaya devam ederdi. Anne kokusuyla özdeşleşen kolyeler bölgelere göre değişirdi. Ege taraflarında karanfil, toy otu ve çeşitli baharat kokularından kolyeler yapılır, çocuk büyüdükten sonra da muhafaza edilir, askere giderken boynuna takılırdı. Anne kokusuyla memleket hasreti, gurbetin yalnızlığı, güvensizliği azalırdı. Uzaklardaki evlat kolyeyle hayata daha sıkı tutunurken annesi eşyalarını askıdan alıp koklar, öper, ağlar ve tekrar yerine asardı.

Şimdilerde anneler, parfüm kokuları ile kendi kokularını bastırdılar. Bebekler anne kokusuna hasret kalıyor. Parfüm kokularının sindiği battaniyeler çocukları uyutmuyor artık.

İzini sürmeye çalışıp, Sünneti’ne tâbi olmakla da şeref duyduğumuz Peygamber Efendimizin bize numune olan uygulamalarından bir seçme yapma ihtiyacındayım.

O halde takip edelim Allah Rasulünü…

(Devamı yarın İnşaallah)

Vefalı bir Peygamber

Peygamber Efendimizin zevcesi Aişe, Hatice validemizi kasdederek: “O ihtiyar kadından bıkmadın mı bu kadar genç kadınınız yanında ya Resûlullah? Habire O ihtiyar kadını anlatıyor, bir türlü unutamıyorsun?” dedi. Peygamberimiz, “Ey Aişe! Bana çocuk veren kadını nasıl unuturum ben? Herkesin bir kenara kaçtığı bir zamanda ‘yanındayım, seninleyim’ diyen kadını, herkesin beni yalanladığında beni tasdik eden, herkes mahrum ederken, malını-mülkünü davamın emrine veren kadınımı nasıl unuturum ben?” diye cevap verdi .  Annesini, sütannesini unutmadığı gibi çocuklarının annesini de hiç unutmadı, unutamadı. Zaten yakışmazdı unutmak. Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır!

İKAZ

“Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır! Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!..” (Nisâ, 78)

Ölüm, bu kadar yakın ve herkes için muhakkak vâkî olacak bir hakîkat iken insanoğlunun, sanki bu dünyada ebedî kalacakmış gibi beyhûde meşgalelerle ömür sermâyesini tüketmesi ne acâyip bir hâldir?!. İnsanların bu gafletlerini Süfyân-ı Sevrî (ks) şöyle bir misâlle ifâde etmektedir:

“Eğer bir yere toplanmış bir kalabalığa tellâl:

“- Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyen ayağa kalksın!” diye ilân etse, bir tek kişi ayağa kalkmaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakîkate rağmen, bütün halka:

“- Her kim ölüme hazırlık yapmış ise, ayağa kalksın!” diye ilân edilse, yine bir tek kişi yerinden kalkamaz!…”

İnsan, hiç düşünmez mi ki; ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcud olan, fakat insanın gaflet ve acziyeti sebebiyle çoğu kez habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında ne ince bir perde bulunduğunu göstermiyor mu?

Vahyin Dilinden

“Yine onlar, Rablerinin davetine koşarlar, namazın hakkını vererek eda ederler. Toplumsal işlerini aralarında danışma yoluyla görürler. (Şûra, kolektif bir gayretle akıl çiçeklerinden toplanan özün bir petekte bala dönüşmesidir.) Namazla yan yana anılan şûra akılların saf tutması, bir bakıma akılların cemaatla namaz kılmasıdır. Ortak akla Allah cemaat sevabı verir. Sonuçta mevcudun kat kat üstünde bir bereket hasıl olur.) Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden harcarlar.”

(42 Şûra, 38. Âyet)

Allah Resulü’nden

Peygamberimiz buyuruyorlar ki:

“Cennet bahçelerine bakan köşkler gördüm ve Cebrail’e (a.s): “Bunlar kimin içindir?” diye sordum. O da cevap verdi: “Her türlü kin, nefret ve öfkeyi bastırıp içine gömenlere ve insanların kusurlarını hoş görüp bağışlayanlaradır.”

(Tirmizi)

Günün Sözü

“Allah fikri öyle bir güneştir ki, onsuz her izah karanlıkta kalır.”

Peyami Safa Dünden Bugüne

Böyle ‘imam’ oldular

“Bayram namazını kıldık. Hocam İbni Şihab bugün boş olur, dedim. Namazgâhtan ayrılıp evinin kapısına gittim. Baktım hizmetçisine ‘Kapıda kim var?’ diye soruyor. Geldi baktı ve ‘Taleben Malik! Dedi. ‘Al onu içeri.’ Deyince, içeri girdim. ‘Hâlâ evine gitmedin mi? Dedi. ‘- Hayır.’ Dedim.

‘- Otur ye! Dedi.

‘- Benim yemeğe ihtiyacım yok! Dedim.

‘- Peki, ne istiyorsun?’ dedi.

‘- Bana hadis öğret.’ Dedim.

On yedi hadis öğretti bana.

‘- Ben okuyorum ama sen ezberleyebiliyor musun?’ dedi.

‘- İstersen, okuduklarını tekrar edebilirim.’ Dedim.

Ondan dinlediğim hadisleri aynen tekrar ettim.”

Şiir Defterimden Analar

Ne güzel hayatı analarla yaşamak

Yürekleri temiz, alınları ak

Duyguları bile haramdan uzak

Sıcak analar bilirim.

Yurdumuzun, yuvamızın orta direği

Dünyadaki varlıkların en mübareği

Elimize diken batsa yüreği;

Yanacak analar bilirim.

Bendedir öksüzlerin çektiği çile

Gözyaşımı oya yaptım mendile.

Ağlasam sesimi yattığı yerden bile

Duyacak analar bilirim.

Yavuz Bülent BAKİLER

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi