Açılımın Efendisi Beşir Atalay Neleri Gizliyor?
İki tarafın da fanatik taraftarları arasında yeni bir kahramanlık ve meşruluk yarışını başlatan, nahoş ve önemsiz bir içeriğe sahip, devlet için berbat bir görüntü sunan, en mühimi kurumlar ve farklı görüşler arasındaki uçurumların nasıl derinleştiğini bir kez daha ispat eden son Danıştay krizinden çok; Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ilginç bir noktaya gelmiş olan Çözüm Süreci’nin, üstü örtülen ve kamuoyu ile arasına özenle engeller konulan gerçeklerini yazmak istiyorum!
Sayın Başbakanla tıpkı Dick Cheney- George W. Bush arasındaki ilişkiye benzer bir ilişki kurmayı başaran, çoğunlukla güvenlik ve strateji işleriyle iştigal eden ama henüz skorborduna başarı adına bir şey yansıtamayan, Ak Parti’nin derin ve dokunulmaz adamı olarak maruf Beşir Atalay hoca, siyasi ve teknik mimarı olduğu Çözüm Süreci ile alakalı olarak ısrarla “her şey çok güzel gidiyor” modunda beyanlar vermeye devam ediyor! Lakin Çözüm Süreci’nin kendi kendini tüketmeye ve teknik bozukluklarını ortaya dökmeye başlamasının önünü O’da alamamaya başladı. Teknikleşmeler, yasamalaşmalar, ön tedbirler, medya illüzyonları ve sınırlandırmalar, bilincin yarılması, meşruiyetteki kayma vs. hepsi birlikte şunu gösteriyor: Çözüm Süreci zayıflıyor ve kendini hızla tüketiyor! Sahici siyasetten uzak bir şekilde Çözüm Süreci’ni yürütenlerin ellerini yüzlerine bulaştırdıkları ve milletten gizledikleri gelinen son aşama ise şöyle:
1-) Çözüm Süreci’ne zeval verilmesin endişesi, yağacak yağmura göre tarlasını dilediği yere taşıyan ve taşıttıran APO’nun, Başbakan Erdoğan’ı ya da Ak Parti’yi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri desteğinde, güç parametrelerini ve muhtemel siyasi bağlamlarını test ettirecek müdahalelere ve tavizlere açık hale getirmiştir.
2-) MİT- Apo Müzakere Süreci başlatıldığından bu yana 416 günlük “şiddetsizlik” barış diye millete yutturulmaya devam ediliyor. Oysa bu ülkede 1 Eylül 1999 ile 1 Haziran 2004 arasında 1830 gün “şiddetsizlik” yaşanmış terör eylemleri dibe vurmuştu.
Oysa 416 günlük “şiddetsizlik” ve “ateşkes” bozulmuştur! PKK; ani saldırı ya da doğrudan çatışma şeklinde hacimli ölüme yol açan sansasyonel eylemlerle değil, kontrollü, cayılabilir ve siyaseten izah edilip vazgeçirilebilir mimaride ölüm barındıran şiddete geri dönmüştür. PKK; askeri tepkimeyi tetikleyerek siyasi yükü transfer etme gayretinde, ateşkesi fiilen sonlandırmıştır.
Son günlerde; Hakkâri-Uludere’de mayınlamayla, Nusaybin’de uzaktan kumandayla asker şehit edilmiştir. Sınırda taciz ateşleri ve seri ateşlerle asker yaralama bilahare ölüme sebebiyet verilmesi, kırsal kesimde askeri birlik, karakol yakını ya da yoluna mayınlamalara girişilmesi, kırsal kesim ana yol güzergâhlarında PKK’lı teröristlerin silahlarıyla kimlik kontrollerine başlaması, köylerde silahlı diğer eylemler ortadadır. Aylık sürede; bilerek ve ancak bölge sorumlularını aşan onaylarla üretilebilecek koordineli eylemlerde, ölümlü eylem sayısı yediyi geçmiştir.
3- ) MİT-Öcalan sürecinin en kritik unsurları; silahsızlandırma, dağdan indirme, sınır dışına çıkartma, bütünüyle ya da büyük ölçüde uygulanmamıştır. AK Parti M. Metiner’in dediği gibi “Biz, PKK’nın silahlarını bırakmasını istiyoruz, kendi taleplerinden vazgeçmesini değil” noktasından, Sabahat Tuncel’in dediği “ Silahların bir daha konuşamayacağı bir ortamı (özerklik) sağlamak asıl önemli olan” noktasına ülke getirilmiştir!
4-) Kuzey Irak’ta tampon bölge teşkil etmeksizin, silahsızlandırma ve sınır dışına çıkartma stratejisi yürüten Açılımcılar PKK’yı bütünüyle okuyamamış, devletin uzun dönem tecrübesi ve egemenlik haklarıyla alakalı hayati duyarlılığı dışlayarak PKK’ya “git sen bölgesel denklemini kendince işlet” yolunu açmışlardır! Neticede PKK’ya katılımlar sanıldığı gibi dağdaki kamplara değil, il ve ilçelerdeki konuşlanmış merkezlere kaydırılmıştır. PKK, mevcut siyasi yeni durumda, sınır içindeki silahlı unsuru müdahaleden beri kılınmış ve serbestiyet kazanmış durumdadır.
5-) Bölge halkı PKK’nın baskı ve insafına bütünüyle açık hale getirilmiştir. Hükümet, PKK ile Kürt sivil halkının ayrımını yapabilecek yeteneklerini iyice yitirmiş durumdadır. Doğu ve Güneydoğu bölgemizde şehir ve varoşlarda bürokratik ve sosyal kontrol yitirilmiştir. PKK’yı tasvip etmeyen ve sırtını devlete dayan Kürt kardeşlerimizin devlete olan güvenleri dibe vurmuş, bölgede müdahalesiz ortamda sürekli geniş taban bulan terör örgütü, örgütüne tarihinin en yüksek katılımını Çözüm Süreci döneminde sağlamıştır.
Hülasa
Yurt dışı bağlantılı olarak bürokrasi eliyle başlatılan, akabinde siyasetçilerle ve büyük ekonomik gruplarla eklemlenip genişleyen Çözüm Süreci’nin tüm olumsuzlukları ve bu ülkeye ödeteceği bedeller ortadayken, uydurulan barış masallarına herkesin inanmasını istiyorlar. “Barış ve kurtuluş buradadır” mesajlı, son derece kötü içerikli ve bir o kadar kötü kurgulu bu sahte barış masalına neden inanalım?
Etnik bölücü silahlı isyan hareketini basit bir terör sorununa indirgeyen, bu sorunun asıl kaynağı, destekçileri ve koruyup-kollayanlarıyla yüzleşmekten çekinip bunların ellerine tutuşturdukları yol haritaları mucibince “isteklerinizin tümünü kabul ediyorum, yeter ki eylemlerinize son verin” noktasına gelen, hatta müstakbel anayasamızı dahi terör örgütü talepleriyle şekillendirenler, egemenlik ve güvenlik konularında aldığımız ağır hasarlara rağmen hâlâ bir şeyin farkına varamadılar: Bu sürecin vazgeçilmez gösterilip üstün kılınmaya çalışılmasının, siyasi ve demokratik çözümün PKK tarafında hiç ama hiç karşılığı yok!
Buna rağmen bu süreci yürütenler tükürdüğünü yalamamak adına bırakın süreci ıskat etmeyi, aksaklıkları düzeltecek irade dahi ortaya koyamamaktadır. Çünkü başından beri sahici siyaset dışlanmış, egemenlik haklarımız ve tehdit algılamalarımız hafife alınmış, geçici ve fırsatçı ithal projelerle ebedi barış sağlanmaya çalışılmıştır! Netice itibariyle bu işin sonunda barış değil çözülme ortaya çıkar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.