Miras kavgası
Günün birinde babamız ölüyor. Defnedip eve döner dönmez, miras derdine düşüyoruz…
“Para-pul bıraktı mı?..”
“Bilinen ötesinde malı mülkü var mı?..”
“Vasiyet bırakmış mı?”
Hâlbuki bir süre sonra evlâtlarımız bizi defnedecek ve tıpkı bizim yaptığımız gibi, onlar da “miras kavgası”na oturacaklar.
Bu durum bana son derece traji-komik geliyor!
Belki de bu yüzden aşağıdaki hikâye beni ziyadesiyle etkiledi. Sizinle de paylaşmak istiyorum
•
Baba ölmüş, çiftlik iki erkek kardeşe kalmıştı…
Kardeşlerden biri evliydi: Beş de çocuğu vardı…
Diğeri ise bekârdı. “Zaten zor geçiniyorum, bir de çoluk çocuğa karışıp beter duruma düşmeyeyim” korkusuyla evlenmemişti.
Yan yana evlerde oturuyor, bir birlerini de çok seviyorlardı. O kadar ki, sadece yiyip içtikleri ayrı gidiyordu.
Çiftliği birlikte ekiyor, birlikte harman yapıyor ve ürünü aralarında “kardeş payı” bölüşüyorlardı…
Herkes kendi ürününü kendi ambarına kaldırıyor, bir miktarını satıp kalanını kış boyu yiyordu…
Bir gece vakti, bekâr olan kardeşin aklına şöyle bir fikir geldi:
“Ürünü eşit olarak bölüşmemiz hakça değil. Ben yalnızım ve bu yüzden paraya fazla ihtiyacım yok. Ağabeyim ise evli, üstelik beş çocuğu var: Onları yedirmek, içirmek, giydirmek, okula göndermek çok para gerektiriyor.”
Üstelik ağabeyinin evinin çatısı geçen kış yağan aşırı kara dayanamayıp göçmüştü. Kış gelmeden onarılması gerekiyordu. Ağabeyi birkaç ustaya göstermiş fiyat almıştı, ancak pahalı geldiği için yaptıramamıştı. Allah göstermesin bu kış da yoğun kar yağarsa, çatı tepelerine yıkılırdı. Kışın ucu görünmeden onarılmalıydı. Bu yüzden de ağabeyinin paraya ihtiyacı vardı.
Ne yapabileceğini gece yarısına kadar düşündü. Sonunda bir karar verdi ve kararını hemen uygulamak üzere, kendi tahıl ambarına gitti…
Ağzına kadar dolu çuvallardan birini omuzladığı gibi, ağabeyinin ambarına taşıdı…
Sevinerek evine döndü. Bu gecelik katkısını yapmıştı. Fakat bu kadarla bitmeyecek, yardımları her gece devam edecekti.
O geceden sonra her gece tahıl ambarına gidiyor, tahıl çuvallarından birini sırtladığı gibi ağabeyinin ambarına taşıyordu. Gelin görün ki, ağabeyi de aynen küçük kardeş gibi düşünmüştü:
“Ürünümüzü kardeşimle eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil. Üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var. Yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman kullanmak üzere para biriktirmesi gerekiyor. Bu arada belki parasızlıktan evlenemiyor. Yardımcı olmam lâzım.”
Böyle düşünerek, her gece kendi ambarından aldığı bir çuval tahılı, gizlice kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı.
Aradan yıllar geçti… İki kardeş yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar. Çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu…
Sonra, bir gece, iki kardeş, gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken, karşı karşıya geliverdiler… Olup biteni işte o anda anladılar: “Sen ha!..” dedi Ağabeyi, kardeşine hayretle…
“Sen de mi Abi!..” dedi küçük kardeş, gözlerinden yaşlar boşalarak...
Çuvalları yere bırakıp birbirlerine sımsıkı sarıldılar.
Hayattaki en büyük servetin sevgi olduğunu yaşayarak öğrenmişlerdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.