Erdoğan’ı Tebrik Ediyorum
Her değerin bir ederi vardır. Hiçbir değer beleş gelmez insana, topluma, insanlığa. Bir bedeli vardır. Bir malın bir fiatı olduğu gibidir bir değerin bir ederi veya bedeli oluşu. Beleşçilik mahrumiyet, dilencilik zillettir.
Bir insan da bir millet de saygıyı hak etmeli. Bu hak ediş, sebatla doğrunun yanında duruş, yanlışın yüzüne hak ettiği tokadı vuruşla kazanılır. Vuruştan kastımız şiddet değildir, usulünce yapılan yerinde tepkidir. Tepkinin dozajı, yanlışın derecesine göre ayarlanır elbette. Her şeyde denklik, adalet güzel olduğu gibi yanlışa tavır, zulme reddiyede de bir denklik olmalı.
Bilmeyen cahiller veya bilen ama gizleyen cahiller ne derlerse desinler, “kısasta hayat vardır.” “Cana can, göze göz, dişe dişe, tokada tokat, o kadar.” Ta ki kimse suça, zulme, ayıba, hak ihlaline kalkışmasın. Başkalarını aşağılayanlar aşağılanmalı, hakaret edene hakaret edilmeli, haddini aşana haddi bildirilmelidir. Evet, kısas haktır, adalettir, hatta hayattır.
Haksızlığı sineye çeken ve kabullenen bir insan veya millet, saygıyı hak etmemiştir. Hiçbir zaman da saygın olamaz.
Öylesillerin hayat sahnesinde yerleri ancak zillettir, horluk ve hakirliktir, alçakça muameleye maruz kalmaktır. Vururlar ve elinden alırlar lokmasını. Vururlar yüzüne şamarı ve onurlarını kırarlar.
Onlar da bu köpek muamelesine alıştıkları için, azıcık daha yaşama adına zilletle katlanırlar buna. Başkaldırıyı bilmezler, kıyamı bilmezler, cihadı bilmezler. Zalimlerin karşısında hak sözü haykırmanın değerini bilmezler. Öyleyse nerden saygın olacaklardır?!
Müslümanlar olarak bu ülkede daha düne kadar nasıl bir mazlumiyet ve mağduriyet içinde olduğumuzu biliyoruz. Daha güne kadar devlet dairelerinde fişlenir, hak ettiğimiz yere ziyaretçi bile olamazdık. Birisi bir makama atansa, evine koşar, hanımının başörtülü olup olmadığına bakarlardı. Buna maruz kalanlar mı alçalıyorlardı, yoksa bunu yapanlar mı alçaklardı?
Neydi o darbe günleri, yıl dönümleri, kutlamaları? Neydi o irtica nöbetleri? Neydi o Müslümanları vatanlarından Arabistan’a, İran’a, Cezayir’e kovmalar?
Neydi rahmetli Erbakan’ın çektikleri? O kuşatma neydi? Saçı sakalı millete hizmet yolunda ağarmış, beli bükülmüş yaşlı bir adamın mahkeme salonunda davasını savunurken alnında tomurcuklanan bulgur bulgur terler neydi Allah aşkına? Vaziyete bakarak acıyor ve “seni seviyoruz savunan adam” diyorduk ağlayarak…
Allah Teâlâ’nın çekilen eziyet ve işkenceler karşılığında Müslümanlara bir ikramı, bir ihsanı, bir lütuf ve keremi oldu 2002 seçimlerinde. Allah Teâlâ’nın rahmeti tecelli etti de ilk defa mazlumlara ittifak içinde birlikte hareket etmelerini nasip etti. Böylece dağılıp parçalanmadılar. Neticede Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Ak Parti iktidara geldi. Allah önlerini açtı. Sabırla ve kendinden emin adımlarla hareket ettiler. Neticede ilk defa halk devlete sirayet etti. Halkın iradesi tecelli edip üstün oldu. Millet ne istiyorsa adım adım gerçekleşti. Vesayet kısmen kırıldı. Darbe teşebbüsleri akîm kaldı. Terör bitti. Halk dinini özgürce dillendirmeye ve yaşamaya başladı.
Ne demek yahu, hayal gibi bir şeydi, okullara Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm girdi. Nerdeyse her ile İmam Hatip gibi İlahiyat Fakülteleri açıldı. Kamuda tesettür yasağı bitti vs. vs.
Ama hala çatlak sesler çıkıyordu. Eski günlerini arayan vesayet kurumları yer yer eski söylemlerini dillendiriyordu. Hala dinozor kişi ve kurumlar, memleketini dünya devleri arasına sokan yiğitlerin gözlerinin içine baka baka onların ve inananların onurlarını rencideye kalkışıyorlardı.
Devlet nezaketi içinde sabırla bunlar da aşılmak istendi. Kendini bilenler de zaten zaman içinde bunun prim yapmak şöyle dursun, kendilerini ve kurumlarını daha da kötü ve çirkin durumlara düşürdüğünü gördü ve vazgeçtiler.
Ama hala vazgeçmeyen çoluk çocuklar da vardı. Kendilerini büyük sanmışlardı çıktıkları yerden aşağılara bakınca, cumhurbaşkanını, başbakanı, bakanları, bürokratları, yani koca devlet erkânını kendinden aşağıda oturur görünce fırça atmaya kalkışmışlardı attıkları seviyesiz nutuklar içinde. Ya da kimilerinin içine daha büyük makamların sevdası düşmüştü de aklını başından alarak saçmalatmıştı. Acı acı dinlediler sabırla. Çirkinliği görsünler de vazgeçsinler diye. Sabrettiler bugüne kadar.
Fakat son olarak Metin Feyzioğlu gerek kibirli ses tonu ile, jest ve mimikleriyle, gerekse gündemle alakasız sözlerini haddinden fazla uzatmasıyla beraber büyüklerini gözlerinin içine baka baka aşağılamaya kalkışmasıyla, bu zamana kadar olanların üstüne tüy dikti.
İşte o zaman “yeter artık!” diyerek son darbeyi vurdu Recep Tayyip Erdoğan. Böylece bir putu daha kırmak, bir tabuyu daha yıkmak nasip oldu ona. Milletin iradesini ezdirmedi. “Kendinize gelin, yeter artık, bu edepsizliği terkedin” dedi ve salonu terk edip gitti.
Davos’ta “van münit” derken söylediği “bir daha da gelmem” sözünü burda duymadık ama bildiğimiz adamsa bir daha o salonlarda zor bulursunuz o yiğidi veya milletin seçtiklerini. Ey darbe dönemlerinin milletten kopuk dinozorları, aklınızı başınıza almaz da o fosilleşmiş zihniyetinizi terk etmezseniz, ancak kendi kendinize çelik çomak oynarsınız o salonlarda. Ya da gündemde olmadığınız halde aradan başınızı çıkarır da densizlik ederek ipe sapa gelmez gevezeliklere girişirseniz, alırsınız ağzınızın payını.
Evet, Recep Tayyip Erdoğan’a tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum kendim ve milletim adına. Allah Teâlâ’nın nihaî Nusret ve zaferini de görürüz inşallah.
Meraklısına bildirilir; bu çıkışla Kılıçdaroğlu’nun “savcı bozuntusu, sen kim oluyorsun?” sözü arasında, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu kadar fark vardır, “adamına göre muamele mi?” diye hiç sormasın.