Etnik tanımlamanın üstünde
Etnisite, ırk insanları tanımlamada tek başına bir hareket noktası olarak kabul edilebilir mi? İnsanı tümüyle biyolojiye indirgeyebilirsek, bu soruya “evet” diyebiliriz.
Etnisite ırk, insan için yeterli, kapsayıcı bir tanımlama olamaz. Bir adres olarak etnik kimlik ancak başka tanımlamalarla birlikte bir anlam kazanabilir. Mesela Türkiye’de etnik tanımlamalar yeterli tanımlama olarak kabul edilebilir, bütün etnik grupların dilleri resmi dil haline getirilmeye kalkışılabilir, ancak bunun pratikte bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Her etnik grubun dili, kültürü kendi başına önemli ve değerlidir, hiç biri küçümseme konusu yapılamaz. Ancak, Türkiye’de adı ne olursa olsun, bütün halk kitlelerini etnik tanımlamaların dışında kavrayan ve kendini ifade etmesine imkân veren tek bir tanımlama vardır. Bu tanımlamayı reddetmek teorik olarak mümkündür, pratikte, uygulamada ise neredeyse imkânsızdır.
Dil, kültürel değerler, siyasî, ekonomik ve sosyal geçiş sağlayan genel kabul görmüş yapıların reddi, adı ne olursa olsun, bin yıllık bir birikimin reddi demektir ve alternatifi her şeye sıfırdan başlamaktır.
Türkiye’de etnik yaklaşımı esas alan bir etnik grup kendi dili ile yayın yaptığı zaman, bunun en fazla kendi etnik grubu içinde etkili olabileceğini bilmelidir. Halbuki Türkiye’nin bütününü etkilemek isteyen herkes, bütün etnik grupların ortak olarak kullandığı dili, türkçeyi seçmek zorundadır. Bu itibarla, türkçe yalnız etnik olarak türklerin değil, bütün toplumun dilidir. Bu sonucun, sadece kanun yoluyla, zorla, kuvvet kullanılarak sağlanmadığı da bilinmelidir. Çünkü bu tarihin kabul ettirdiği bir zarurettir, yani bir bakıma tabiidir.
Peki türkçe etnik olarak Türklerin “saf dili” midir? Bu soruya “evet” demek zordur. Türkçe tarih boyunca birçok dille alışverişi olan, sürekli konuşulan ve yazılan, günlük hayat dışında, etkili bir yönetim, ilim ve edebiyat dili olmuştur. Bu dilin oluşumuna, zenginleşmesine çok farklı etnik temellerden gelmiş olan kişiler asırlar boyunca katkıda bulunmuştur. Bu da tabiidir, çünkü türkçe bu topraklarda yaşayan herkesin sahip çıkması gereken bir dildir. Nitekim geçmişte farklı etnik temelden kimseler bu dile sahip çıkmıştır. Mesela, türkçenin en yaygın sözlüklerinden birini Arnavut asıllı Şemseddin Sami hazırlamıştır. Kamus-ı Türki’nin hazırlayıcısı olan Şemseddin Sami türkçenin korunması yönünde görüşler ileri sürmüş, çalışmalar yapmıştır. Bu yüzden onu türkçülük cereyanını benimseyenler “türkçü” olarak nitelerler.
Yalnız ilim adamları, dilciler değil, farklı ırklardan gelen çok sayıda edebiyatçı da güçlü edebi eserler ortaya koyarak türkçeye hizmet etmiştir.
Türkiye’de yaygın kültür, yönetim kültürü, muaşeret kültürü de aynı durumdadır. Bunun adına “Türk kültürü” demek veya dememek sonucu değiştirmez. Ancak bu kültür bütün toplumun kendini ifade edebileceği, kapsayıcı bir kültürdür.
Yüzyılımız daha önceki yüzyıllarda görülmedik şekilde yüzlerce devletin ortaya çıktığı/çıkarıldığı bir yüzyıl olmuştur. Afrika’da, Asya’da, yalnız etnik temeller esas alınmak suretiyle değil, sömürgecilerin emelleri doğrultusunda farklı ayırımlar gözetilerek bir sürü devletcikler kurulmuştur. Bu süreçte İslâm dünyası ulus-devlet aşamasına bile gelememiştir. Mesela, eğer Araplar bir “ulus” teşkil ediyorsa, sömürgeciler onları neden “ulus devlet” kapsamına göre bağımsızlaştırmamış da, sun’i sınırlarla ayırmıştır?
Bugün sömürge Afrikasının bağımsız devletlerinin bir çoğu sömürgecilerin dil ve kültürleri ile ayakta durmaya çalışmaktadırlar. İngilizce ve Fransızca bu ülkelerde mahalli dillerin üstünde etkili bir dil olarak kullanılmaktadır. Böylece bağımsız devletler bağımsızlık tanımlaması altında bağımlılıklarını pekiştirmektedirler.
Türkiye’de üst kültür kapsamı dışında hareket etmek isteyen bütün etnik gruplar, daha başka üst kültür tanımlamaları geliştirmek zorundadırlar. Bunun bir kaç on yılda sağlanması mümkün değildir. Bu sayı hesabı, yani nüfus işi de değildir. Türkçe ve Türk kültürü bugünkü konumuna kolay gelmemiştir. Türkiye’de hiç bir etnik kimlik, bütün bu ülkede yaşıyanları kapsayıcı olamaz. Bu yüzden, hangi etnik grup için iddialar öne sürülüyorsa, diğer bütün etnik grupları dışarıda bırakmak söz konusudur. Buna karşılık, “Türk” kavramı etrafında fikir geliştiren türkçüler dahi, zaman zaman bütün diğer etnik iddiacılardan daha kapsayıcı olabilmektedir. Türkçülerin “Kürtler (veya filan kavim) de Türktür”, demesi bu anlamda bir genişleme, bütünü kavrama yaklaşımıdır. Buna karşılık, diğer etnik yaklaşımlar hiç bir kavmin kendilerinden olabileceğini söyleyememektedir. O yüzden, Türkiye’de türkçülük bile diğer etnikciliklerden daha kapsayıcı bir düşünce olabilmektedir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.