Soma Barış Getirsin
Soma’da kıyamet kopuyor, canlar bir yudum nefese hasret imdat bekliyorken ben de dört yorgan altında üşüyorum, zangır zangır titriyorum. Allah’ım ümmeti muhammede merhamet eyle dertlerini gider, işlerini ıslah eyle.
Şimdi şehit sayısı 284 çıkmış. Allah’ım bu kurbanlar vesilesiyle üstümüzden bela bulutlarını kaldır, altımızdan gelecek depremleri durdur. İçimizdeki ihtilafları bitir ya Rabbî…
Bir gün öyle titreyerek yattım. Bu esnada hayatımın muhasebesini yaptım. Kapanmış yaralarım vardı. Onlar için yine dua ettim. Fahat hala acıyan bir yaram vardı ve derin derin sızlıyordu. M. Fethullah Gülen.
Onu bir zamanlar ben de çok sevmiş, sevenlerinin arasında az da olsa bulunmuştum. Ama farklı meşreplerden oluşumuz ufukta ayrılık gösterdiğinden, ben hemen ve tatlılıkla ayrıldım. Şimdi bu kardeşlerimin çoğu ihtimaldir ki beni “hocalarının aleyhine birisi” olarak sevmiyorlardır. Hem de şuurlu Müslümanların birbirini sevmemesi ne demek? Ne acı bir şeydir bu!
“Acaba ben mi yanlış yapıyorum?” diye düşündüm. Doğruya “evet” demek bana zor gelmezdi. Ama olay öyle değildi maalesef.
Kavgacı biri değilim, gençliğimde ancak bir kere kavga ettiğimi hatırlıyorum. Fikir münakaşasını severim ama ehliyle. Benim Sayın Gülen’e tavrım da ilim ve fikir yönündendir. Yoksa daha önce de siyaset ve meşrep cihetiyle uyuşmadığımız noktalar vardı. Ama şimdiki gibi soğuk değildi gönül ilişkilerimiz.
“Bizim derdimiz nedir?” dendiğinde ilk cevabımız “İslamsızlıktır, hilafetsizliktir, şeriatsızlıktır. Kendi vatanımızda İslam’ın iyi dediklerini yaşatacak, kötü dediklerini yok edecek bir siyasi yapımızın olmayışıdır. Eğer bunun adı “Siyasal İslam” ise, evet, onun yokluğudur.”
İşte M. Fethullah Gülen bunu bir sorun olarak görmüyor. Bu bize göre hatadır, vebaldir, günahtır. İşin garibi şudur ki bu hatayı bütün yeryüzüne İslam’ı anlatma davasında olan Fethullah Gülen yapıyor. Kendi sitesinde yazdığına göre, öteden beri bu “Siyasal İslam” ve o davada olanlara karşı çıkmıştır. O, “demokrasi ve laiklik bizim için sorun değil” diyor. Peki, ama o zaman içki, kumar, zina, eşcinsellik gibi haramları toplumdan nasıl kaldıracaksın? Adam “eşcinsellik benim cinsel tercihim, nikahsız yaşamak hayat tarzım, bedenim benim bedenimdir, istediğimi yer içer, istediğimle birlikte olurum, kim ne karışabilir?” diyor demokrasi ve laiklikte. Üstelik ona bu hakkı İnsan hakları evrensel beyannamesi gibi temel yasalar vermiş, senin devletin de onu imzalamış şeriatı atıp Batı hukukunu aldıktan sonra. Bu şartlarda kimse karışamaz elbette bu haramları işleyenlere.
Peki, bu İslam ile nasıl bağdaşır? Bu münker/çirkin/haram/günah/vebal fiillerle gücü yetenin el ile, ona gücü yetmezse dil ile, ona da gücü yetmezse kalb ile buğz ve mücadele emrini ne yapacağız ey Hocam? Allah Teâlâ “dini yeryüzüne hakim kılın” diyor, sen İslam ülkesinde küfre, fıska, fücura, fuhuşa karışmayacaksın, öyle mi ey Hocam? Demokrasi ve laikliğe “evet” dersen, elbette karışamazsın. Zira hakkın yok buna. Ama Müslümansan, karışman bir emirdir sana ey Hocam. Allah aşkına sen bunları bilmez misin? Elbette bilirsin, öyleyse?
Cevabını Gülen hoca versin, ama bize göre bunlar dağ gibi sorunlarımızdır bizim. Benim içki içmemem, zina etmemem, kumar oynamamam, açık saçık gezmemem yetmiyor ki Müslüman olarak. Benim yaşadığım toplum Müslüman ise, Allah bana bunlarla mücadele emri vermiş. Fakat demokrasi ve laiklik, “sen kendine bak. Başkasının yaşam biçimine karışamazsın” diyor. Hem de bunu, benim yaşam tarzıma bal gibi karışa karışa yapıyor. Sen de bu aşağılamaya sahip çıkıyor, “İslam açısından sorun yok” diyorsun. Olacak şey midir yahu? Bu bal gibi dini tahriftir, tağyirdir. Yani bozma ve değiştirme. Kim yapıyor bunu? İnsan Allah’tan korkar yahu!..
“Yok” demekle sorun “yok” olmuyor ki…
Şimdi yeryüzünde kavga tam da bu sebepten kopuyor. ABD başkanlığındaki Hristiyan Batı, “şeriatsız bir İslam”, “devletsiz, yönetimsiz bir İslam”, “güdülen bir İslam dünyası” istiyor. Yani bu durumu kazandıkları I. Dünya Savaşı şartlarının devamını istiyor. Bunu reddeden Müslümanları ve gerçek İslam’ı yok etmeye çalışıyor.
Sen kimin safında duruyorsun ey Hocam, “İslam’ın demokrasi ve laiklik ile sorunu yoktur” derken?
Şu anda İslam Dünyasında yaşanan olayların altında yatan da budur.
Eğer Suriye’ye laik Müslümanlar (!), ya da sadece sözde Müslüman özde batıcılar hakim olsaydı, Esed çoktan gitmiş, barış da çoktan gelmişti. Mısır’da İhvan-ı Müslimîn değil de laik batıcılar devrimde devlet olsalardı, orada da darbe olmayacaktı.
Türkiye’ye gelince, zayıf zamanında ABD ile dünya işlerinde anlaşan Ak Parti iktidarı, biraz güçlenip ayakları üstünde durmaya ve kendi gücünden haberdar olmaya başlayınca, yeni vaziyetler karşısında kısmen, evet kısmen İslam ve Müslümanlar tarafında yer alıp zalimlere sesini yükseltmeye başlayınca, Batılı ortakları karşısında “sevimsiz, kavgacı, dilliksiz, uyumsuz” gibi gösterilmeye başlandı. Adı diktatöre çıkarıldı. Esed değil, Sisi değil, Erdoğan diktatör yani.
Batı, eskilerde “İslamizasyon”, yenilerde “Ilımlı İslam” denilen “Devletsiz ve Şeriatsız İslam” fikrini “demokrasi ve laiklik” adıyla hem Ak Parti hem de M. Fethullah Gülen ile beraber götürüyordu. Şimdi bunlardan Ak Parti yavaş yavaş söylemde eksen kayması yaşayınca, Batılı güçler kara kara düşünmeye başladılar. Arkasındaki halk desteği yüzünden harcayamadıkları hükümetin karşısına çok zamansız olarak Fethullah Gülen ve Paralel Yapıyı çıkardılar.
Şimdi bu iki demokratik, laik, batıcı, siyasal İslam’a karşı gibi görünen “dindar” güç, karşılıklı olarak yaman bir kavgaya giriştiler. Görünen o ki hükümetin arkasında halk, Fethullah Gülen’in arkasında ise ABD, İsrail ve AB var.
Kim galip gelir?
Elbette Hakka inanan ve halkıyla beraber hareket eden kazanır!..
Şimdi “Camia” içinde Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak isteyen ve samimi olarak hizmet eden, bizim de kendilerini Allah için sevdiğimiz ihlaslı Müslüman kardeşlerimiz, oturup bir durum değerlendirmesi yapmalıdırlar. Dün bilmiyorlarsa da artık bugün biliyorlar ki Fethullah Gülen demokrasi ve laiklik içinde iğdiş edilmiş bir İslam istiyor. Bu bir tahrif ve tahriptir, hiç şüphesiz İslam’a zarar verir.
Biz bunu çok önceleri yaşayarak görmüştük, ama “takiyye” sanıyorduk. Meğer hoca takiyye yapmıyormuş. Biz “kendimiz gibi sanma” yanlışlığına düşmüşüz. Ak Partiye oy veren Müslüman kardeşlerimiz de bu kavganın nereye kadar süreceği hakkında düşünmelidirler.
Ben, "Son Durak Barış” isimli yazımızdaki teklifimizi bir kere daha yenileyelim, “barış muhakkaktır. Öyleyse ona en az zararla erişelim. “Bade harabi’l Basra”dan sonra değil”
Ben bu yazıyı daha önce 3 yazı halinde yazmıştım. Hasta yatağımda yeniden özetledim. Bu konu bana acı veriyor. Yazımın başında da dedim ya, kanayan bir yaradır bu bende. Asgari zararı yaşadığım şehirde İslam için çalışan kardeşlerimle karşılıklı muhabbet kaybına sebep oluyor. İyi niyetli de olsam, haklı da olsam, sonuçta dini bir cemaatle kavgalı olmak kalbime ağır geliyor.
Gel ey M. Fethullah Gülen Hoca, tevazu ve mahviyyet göster, yukarıda yazdığımız hatalarını gör, milletinden başka destek arama, bizi de böyle acı yazılar yazmağa mecbur etme.
Benden bu kadar yeter. Benim, senin ve ümmetimiz hakkında Rabbimizden hidayet ve istikamet dilerim.