Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Vadedilen gelecek ve tutmayan vadeler

Vadedilen gelecek ve tutmayan vadeler

Elimde İzmirli İsmail Hakkı Bey’in önemli bir eseri var. Mütalaa ediyorum. Esasında reddiyenin reddiyesi mahiyetinde. Daha doğrusu eski Urfa mebuslarından Şeyh Safvet Yetkin’in ‘Tasavvufun Zaferleri’ isimli kitabına yazdığı reddiye. O dönemde Musa Carullah Bigiyef ile Şeyhülislam Mustafa Sabri de İbni Arabi etrafında kalem münakaşalarına dalmışlardı. Akli ilimlerde hem Şeyhülislam Mustafa Sabri Bey hem de Musa Carullah Bey yed-i tüla sahibi. İkisi de birisinin dengi kalemler. Sıkletleri eşit. Musa Carullah Bigiyef, ‘gönül ferman dinlemez’ misali muhabbet faslı üzerinden giderken Mustafa Sabri mizan-ı şeriat üzerinden gidiyor ve ‘hakkın hatırı her şeyden alidir’ desturuyla hareket ediyor. Gençliğimde İsmail Hakkı Bey ile Şeyh Safvet Efendinin kalem münakaşasında gönlüm Şeyh Safvet Bey tarafına kayardı. Gazali gibi mutasavvıfları çok severdim. Şimdi de aynı sevgi baki kalsa da hükümleri Mustafa Sabri gibi muhakeme süzgecinden geçirmeye çalışıyorum. Zaman bana temkini öğretti. Daha doğrusu gençlik yıllarımda tasavvuf tarafını tuttuğumdan ve bu sahayı savunduğumdan ona meylederdim. Elbette şimdi hizipkar gibi asabiyetle davranmıyorum. Mizacen İsmail Hakkı Bey’le çok kabil-i telif olmasam bile yine de onun eserini okuyunca bu defa gençliğimin hilafına İsmail Hakkı Bey yerine ona meylediyorum. Delillerini daha kuvvetli buluyorum. Daha fazla histen arınmış görüyorum. Bu tasavvufun hezimeti anlamına gelmiyor. Burada yanlış olan Şeyh Safvet Efendinin tutumu ve üslubu. Kitabının başlığını bile Tasavvufun Zaferleri koymuş. Halbuki, mutlak olmasa da yerine göre mutasavvıfların zaferinden bahsedebilir. Gazali en Münkiz adlı otobiyografisinde tasavvufu ihlasa medar olduğundan dolayı bütün mesleklerden daha fazla tercihe şayan görmesine rağmen başka bir kitabında bütün mesleklerin veya fırkaların kendilerini aldattığını beyan eder. Bu kitabının adı ‘el Keşfü Vet Tebyin Fi Gururi’l Halki Ecmain/ Bütün İnsanların Aldanmasına Dair’ anlamına gelen kitabında bir bölümü de sufilerin aldanmışlığına adamış.

¥

Gazali üzerinden tasavvufun zaferlerini ilan eden Şeyh Safvet Efendi, yine Gazali’nin deyimiyle bu aldanmışlardan birisi olmalı. Sufi hikemiyatının şaheserlerinden El Hikem el Ataiyye kitabını ararken elime bu eserin Şeyh Safvet Bey tarafından Türkçe’ye çevrilmiş nüshası geçti. Sonra hatırıma bu kitabı en az birkaç cilt olarak merhum Muhammed Said Ramazan el Buti’nin şerh ettiği geldi. Hemen ikisi arasında köprü kurdum. Hilafetin kaldırılması sırasında Şeyh Safvet Efendi meş’um bir rol üstlenmiş ve arkadaşlarıyla birlikte hilafetin kaldırılması için kanun teklifi vermiştir. Burada da merhum Buti ile karşılaştırdım ve onun da zamanının Buti’si olduğu kanaatine vardım. El Hikem el Ataiyye’nin 93’üncü beyti tam da bugün içinden çıkamadığımız bir vartayı izah ediyor ve gönüllerimize su serpiyor. Elbette bizler zaferle değil, seferle mükellefiz. Görevimiz, haddimizi bilmektir. Bediüzzaman’nın dediği, görevimizi yapmalı ama Allah’ın işine karışmamalıyız. Bu ne demektir? Bize düşen görevleri yaptıktan sonra neticeyi Allah’a havale etmektir. Neticenin husule gelmemesinden dolayı Allah’ı itham etmemektir. Buna başka bir makamda kadere rıza da denilir. Bu beytinde İbni Ataullah İskenderi şöyle diyor: La yüşekkekenneke fi’l vadi ademu vukui’l mev’udi ve in taayyene zemanuhu. Lealle yeküne zelike kadhen fi basiretike. İhmaden linuri seriretike. Vaat meselesinde sana vaat edilmiş hallerin vakti taayyün etse de gelmemesi veya gecikmesi seni şüpheye sokmasın. Bu şüphe basiretini soldurabilir ve iç dünyanın ziyasını ve basiretini karartabilir ve söndürebilir.

¥

İmam Rabbani ve benzeri velilerin veya sufilerin de belirttikleri gibi, vaktinde çıkmayan bazı keşifler veya istihraçlar bu kabildendir. Bazı evliya veya salih kimseler adeta mübrem bir biçimde başlarına gelecekleri kestiriyorlar. Veya bazı gaybi işaretler ve beşaretler alıyorlar. Lakin bunlar gecikmeli olarak tahakkuk ediyor ya da hiç etmiyor. Bunu çevreleriyle paylaşan veli veya salih kullar da tabir caizse adeta şapa oturuyorlar. Ya da sevdiklerinin karşısında mahcup oluyorlar. Alaya alınıyorlar. Aslında bu peygamberlerin ve arkadaşlarının da başına gelebiliyor. Müslümanlar Mekke devrinde Rumların galibiyeti konusunda inen âyetler ışığında müşriklerle bahse tutuşuyorlar. Bu yönüyle ağır bir imtihandan geçiriliyorlar. Zira ‘bid’a sinin’ ifadesi muayyen olmayan birkaç yılı kapsıyor. Keza Fetih Sûresi’nin inmesine vesile olan Peygamberimizin umre ziyareti Mekke müşrikleri tarafından engelleniyor. Hatta Hazreti Ömer gibi bazı sahabeler ‘ya Resulallah nasıl olur? Kâbe’yi ziyaret edeceğimizi müjdelememiş miydiniz?’ şeklinde hayal kırıklıklarını izhar ediyorlar. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir (R.A.) devreye giriyor ve ‘peygamberimiz söz verdi ama bu yıla vurguda bulundu mu?’ diye Hazreti Ömer gibi hayal kırıklığına uğrayanları teskin ediyor. Lakin daha sonra Mekke kılıçsız bir biçimde fethediliyor. Manevi fetih gerçekleşiyor. Hatta Müslümanlar Hudeybiye dönüşünde Medine ve çevresinde Yahudilere karşı büyük fetihlere girişiyorlar.

Suriye olaylarında da Muhammed Said Ramazan Buti kendi kasetlerinde de anlattığı gibi krizin kısa bir vakit içinde aşılacağını ve öncesinden daha iyi bir ortamın geleceğini görüyor. Bu rüyasını da paylaşıyor. Rüyasında krizin 18 ay içinde aşılacağını görüyor (Eylül 2012’ye kadar). Lakin sıkıntı 18 ayı fersah fersah aştığı gibi kendisi de sürecin kurbanlarından birisi haline geliyor. Esat rejiminin sonuyla alakalı benzeri rüyalar gören birçok salih kimse bulunuyor. Bu tarz vaatler de kul için sınanma çeşitlerinden birisidir.

Ne diyelim? Dedikleri gibi diyelim: Geciksin ama geç olmasın! Her şeye rağmen Allah’tan İslam aleminin kutlu baharını bekliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi