Ya Adalet ya da Tokat ve Felaket
Soma’da üç yüz küsur işçimizin ölmesi büyük bir faciadır. Suçlular korunmasın, facianın üzerine sünger çekilmesin, kimsenin gözünün yaşına bakılmasın.
Lakin bu facia bahane edilerek yeni Gezi’ler de yapılmasın.
Gezi’nin ne olduğunu Ukrayna’da gördük. Orada Geziciler kazandı ve ülke parçalandı.
Soma faciasında kimlerin suçu varsa üzerlerine gidilsin ama bu facia sivil bir darbeye alet edilmesin.
Soma faciasında şimdi birinci madde suçluların, vazifelerini ihmal edenlerin cezalandırılmasıdır.
Dikkatler dağıtılmasın.
Birileri bu dikkat dağıtma, dikkatleri başka konular üzerine çekme işini çok iyi beceriyor.
Bir siyasî iktidar, bir halk kendi beşerî cüz’î iradesiyle suçluları bulup cezalandırması yatay çözümdür.
Devlet, hükümet, halk bunu yapmazsa dikey Küllî İrade devreye girer.
Ortada büyük suçlar vardır.
Kömür madeninin güvenliği sağlanmamıştır.
Zaman zaman teftişe gelen müfettişler madene inip gerekli kontrolleri yapmadığı, güvenlik ve âsâyiş berkemaldir raporları verip gittiği iddia edilmektedir.
Muhalefetin Soma madeni ile Meclis’e verdiği inceleme yapılsın önergesi çoğunluk tarafından reddedilmiştir.
Bunca insanın canı gitti, bunca yetim, dul, gözü yaşlı anne baba, akraba… Bunların ahı yerde kalmaz.
Tekrar ediyorum: Zulme uğrayanların ahları yerde kalmaz. Çeşit çeşit tokatlar, silleler iner…
Soma konusunda adalet yerine getirilmezse, hadisenin üzerine sünger çekilirse büyük tokatlara, büyük sillelere hazır olalım.
Gözyaşları, feryatlar, beddualar büyük silahlardır. En âciz insanların beddualarına en güçlü kişiler ve kurumlar dayanamaz.
Âcizlerin, biçarelerin, mazlumların gecenin okları adını taşıyan silahları vardır. Cenab-ı Hak ihmal etmez imhal eder (mühlet tanır) ama hiçbir suç cezasız kalmaz.
İsim vererek kimseyi suçlamıyorum. Sadece suçluların bulunup cezalandırılmasını istiyorum.
Bunca vatandaşımız öldü. Bunun elbette suçluları vardır.
Bu faciada ihmal vardır… Vazifelerini ihmal edenlerin cinayetle suçlanması gerekir.
Soma konusunda adalet yerine getirilmezse depremlere, yangınlara, kazalara, belalara, tokatlara, belalara hazır olalım.
Ya adalet, ya da sille tokat felaket… Seçim bize aittir.
* (İkinci yazı)
Türkiye’nin Niçin bir Uçak Sanayii Olmadı?
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin uçaklar, gemiler, otomobiller, makinalar yapan bir sanayi ülkesi olması iç ve dış düşmanlarımız tarafından kasıtlı olarak haince baltalanmıştır. İdealist zenginlerden Nuri Demirağ uçak üreten bir fabrika kurmuştu ama ülkemizin, devletimizin ufuklarını genişletecek o teşebbüs kasıtlı olarak iflas ettirilmişti. Emperyalist devletler Türkiyenin bir sanayi ülkesi olmasını kesinlikle istemiyorlardı. Birkaç şeker, un, makarna, sardalya konservesi, çikolata, domates, turşu ve reçel fabrikası kurulabilirdi ama ondan öteye geçilemezdi.
Merak eden okuyucularım internetten Nuri Demirağ uçak fabrikasını kim kapattırdı, bu fabrika niçin kapatıldı kelimeleriyle ararlarsa hayli enteresan ve ibretli yazılar bulacak, N. Demirağ’ın ürettiği yolcu uçaklarının, açtığı Hava Okulunun fotoğraflarını göreceklerdir.
Türkiye böyle haince kösteklenirken, bir başka Asya ve doğu ülkesi olan Japonya, akıllara durgunluk veren bir hızla sanayileşiyor; uçaklar, zırhlı savaş gemileri, uçak gemileri, makinalar, optik aletler üretiyordu.
Tek parti diktatörlüğünün sömürgeci devletlere boyun eğerek ülkeyi sanayileştirmemesi bizi çok geri bıraktı. Türkiyenin şu anda yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv, bilgisayar, optik aletler, fotoğraf makineleri sanayii yoktur.
Bırakın Japonya’yı, kalkınmaya bizden çok sonra başlamış ve imkanları bizden az olan Güney Kore sanayii gücünde ve çapında bir sanayimiz bile yoktur. Onlar harıl harıl bilgisayarlı cep telefonları üretip dünyaya satarken, biz harıl harıl o oyuncakları yekun olarak milyarlarca dolar ödeyerek satın alıyoruz. Onlar üretiyor, biz satın alıyoruz. Niçin Güney Kore kadar olamıyoruz?
Bizim de sanayiimiz var ama başka sahalarda. Yatak yorgan sanayii, mobilya sanayii, yabancı markalı ve patentli taklit otomobil sanayii, lüks yatlar sanayii…
Japonyanın en güçlü iş adamlarından Toyota’nın sahibi Tokyo’da 75 metre karelik bir dairede otururken, İKEA’nın dolar milyarderi sahibi on beş senelik eski bir Volvo ile gezerken bizim süper zenginlerimiz saraylarda oturuyor, özel uçak ve helikopterlerle seyahat ediyor, bin türlü israf ve lüks sergiliyor.
Şimdi soruyorum: Son yetmiş seksen yıl içinde azim ve gayret edilmiş olsaydı yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv sanayii kuramaz mıydık? Biz de Kore gibi bütün dünyaya KENDİ MİLLÎ (montaj değil!) otomobillerimizi ihraç edemez miydik? Bizim de, orta halli ve orta çapta bir uçak sanayiimiz olamaz mıydı? Biz de bütün dünyaya Türkiye bilgisayarları, Türkiye cep telefonları, Türkiye optik aletleri ihraç edemez miydik?
Bu saydıklarım kesme şeker, reçel, bisküvi, yatak yorgan, kanepe koltuk, makarna ve lokum sanayiinden daha önemli ve faydalı değil midir?
Yıllardan beri en büyük sektörümüz konut işidir. Dağları taşları apartmanlarla doldurduk. Birileri bu yoldan yekun olarak yüz milyarlarca, belki de bir trilyon dolar kazandı. Varımızı, yoğumuzu lüks meskenlere, mobilyaya, keyifli bir hayat sürmeye harcadık.
Birinci sektörü inşaat ve konut olan bir ülke iflah olmaz, sağlıklı şekilde kalkınamaz.
Almanyadan ibret alamadık. İkinci dünya savaşından feci şekilde yenik çıkan, kayıtsız şartsız teslim olan, iki devlete ayrılan, yıllarca işgal altında kalan, büyük şehirleri yangın yerine dönen, on beş milyon işe yarar evladını kurban veren, trilyon dolar tazminat ödeyen o ülke kısa zamanda toparlandı, yaralarını sardı, dünyanın en güçlü sanayii kurdu. Dışarıdan milyonlarca işçi getirdi ve sanayide, ihracatta, kalitede dünya birincisi oldu. Bugünkü Almanya’yı gören tarih bilmez bir kişi, İkinci Dünya savaşının galibinin bu ülke olduğunu zanneder.
Binlerce yıl önce eski Fenikeliler, ilkel gemilerle Akdeniz’in bir ucundan öteki ucuna gider, Cebelitarık boğazını geçer ve Afrika sahillerinde ticaret yaparmış.
Venediklilerin, Cenevizlilerin binlerce kilometre uzaklarda ticaret kontuarları varmış.
Biz ise, Türkiye Cumhurbaşkanı, Türkiye Başbakanı niçin kaliteli ve yüzde yüz millî yerli otomobillere binmiyor diye düşünmüyoruz, sormuyoruz.
Selimiyeleri, Süleymaniyeleri inşa edenlerin torunları niçin Porsche’ler, Bugatti’ler, Jaguar’lar gibi vasıflı otomobiller üretemiyor?