Tenkit mi, tezyif mi?
Başbakan’ı ve hükümeti yeri geldiği zaman ben de eleştiriyorum.Mesela Sayın Başbakan’ın, Soma felaketini “olağan” olarak nitelemesine karşı çıktım ve “Bir çırpıda 301 kişi ölüyorsa bu olağan bir durum değil, olağanüstü bir durumdur” dedim....
Yüz bilmem kaç yıl öncesinden maden felaketleri konusunda örnekler vermesini de yadırgadığımı yazdım....
Yerdeki madenciyi tekmeleyen (kimi haberlere göre müşavir, bazılarına göre danışman, müsteşar) üst düzey görevliyi kınadım....
Maden felaketinden önce yapılması gerekenlerin yapılmamış olmasını sorguladım....
Eski bakanın 700 bin lira değerindeki kol saatini hem İslami, hem de siyasi açıdan sorguladım....
Ne yazdığım gazeteden “yazma” diyen oldu, ne de iktidar kanadından “yapma” diyen....
Yani durum Prof. Dr. Nilüfer Göle’nin belirttiği gibi değil....
Hürriyet’teki (25 Mayıs 2014) habere göre, Göle demiş ki: “İktidarı eleştiren herkes çapulcu, darbeci, sömürgeci aydın, karşı devrimci, terörist Alevi ilan ediliyor....”
Böyle bir genelleme olmaz. Başkaları yapsa bile bunu bir sosyologun yapmaması gerekir.
Zaten böyle bir durum da söz konusu değildir. Ancak felaketleri bile istismar edip her durumda iktidara, özellikle de Başbakan’a saldıran, iftira ve hakaret yağdıran bazı çevrelerin varlığı söz konusudur.
İktidara geldiği günden beri Sayın Başbakan’a “diktatör” diyen, Hitler’e, Mussolini’ye benzeten yazarlar-çizerler var. Mevcut iktidarı devirmek için kurulmuş çeşitli komplolar, oyunlar, tertiplenmiş suikastlar, tezgâhlanan oyunlar herkesin malumu: Muhalif medyanın manşetleri, programları ortada.... Ailesine kadar her kutsalına saldırılmış. Bu durumda bile Sayın Başbakan, zaman zaman öfkelense de, genelde metanetini muhafazaya çalışıyor. En azından kin gütmüyor. Gezi olaylarına destek veren Koç grubunun bir tesisinin açılışına katılıyor.
Tenkit, iyi niyetle yapıldığı, asla hakaret ölçülerine varmadığı zaman kutsaldır ve yol göstericidir. Aksi takdirde “tezyif”e (aşağılama) dönüşür ki, ülkenin başbakanını sürekli ve sistematik şekilde aşağılamanın da bir bedeli olmalıdır.
“Red cephesi”ni teşkil edenlerin Gezi olaylarında boy göstermeleri, amacı aşan davranışlarda bulunmaları, duvarlara “Zulüm 1453’te başladı” şeklinde yazılar yazarak “feth-i mübin”den rahatsızlıklarını seslendirmeleri bir tesadüf müdür?..
Aynı cephenin, Soma felaketi dahil, her şeyi kullanarak sık sık sokağa dökülmesi, kargaşa çıkarmaya çalışması, polisi üzerine çekmesi, polis engelini aşamadıklarında ise Başbakan’ı “diktatör” ilan etmesi tesadüf müdür?..
Belli çevrelerin Türkiye’yi, AK Parti iktidarını, özellikle de Sayın Başbakan’ı dışarıya sık sık jurnal etmesi, Türk medyasını baskı altında göstermesi, Barış Sürecini ısrarla “İktidarın PKK ile işbirliği” şeklinde göstermeye kalkışması, dışarıdan Türkiye’ye baskı yapılmasını sağlamaya çalışması tesadüf müdür?
Değil. Sayın Başbakan bütün bunları elbette değerlendiriyor ve politikalarını buna göre üretiyor.
Benim değerlendirmem şu: AK Parti iktidarı karşısında organize bir güç var. Kimi meşru, kimi gayrimeşru güçler ittifak etmiş. Devletin içine sızmış bir yapılanma bile aleyhine çalışıyor. Bu durum devletin sağlıklı işleyişine zarar veriyor. Başbakan da, millet ve devlet aleyhine çalışan bu gücü milletle birlikte aşmaya çalışıyor. İşte o zaman “diktatör” diye bağırıyorlar.
Aslında “halka rağmen” hareket edenlere “diktatör” derler. Bu durumda “red cephesi” kendini bir daha gözden geçirmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.