Müslümanlar kaybetse de İslam kazanacak!
Abdulkerim Suruş, metnin veya nassın kutsal veya masum ama onu anlamaya matuf anlayış ve yorumların kutsal olmadığına dikkat çeker. Bunu biraz daha açabiliriz. Bir yayınevinin bir reklamı var: Bütün kitaplar bir kitabı anlamak içindir. Yorumlar veya tefsirler Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına matuftur. Bununla birlikte, bütün kitaplar söz konusu kitabın anlaşılmasına hizmet etmiyor veya perde oluyorsa? Küçük bir ihtimal olarak reklamın tersini düşünecek olursak; bütün kitaplar bir kitaba perde ve hicap oluyorsa! Bu ihtimal de dereceli olarak varittir! Dolayısıyla kitapların Kur’an-ı Kerim’le ilişkisi perde düzeyinde değil, ayna düzeyinde olmalıdır. Kur’an’la yorumcunun ilişkisinde de yanlış telakkiler var. Avamı yorumcuya tabi kılmak için sanki Kur’an-ı Kerim’i, yorumcunun anlayışına tabi kılıyoruz. Kur’an yerine yorumcuyu takdis ediyoruz! Ama soru ortada: Yorumcu veya müfessir tefsir veya tevil ederken vahyin maksadına veya Allah’ın maksadına erişmiş midir? Erişemese bile içtihat alanında ehil ise gayreti ecre müstahaktır. Ancak bu da muhataradan uzak değildir. Hevaya müstenit ve keyfi yaklaşımlar bilakis cezalandırılacaktır. Ona ve yanlışına iltihaken uyanlar da aynı cezadan paylarını alacaklardır. Başkalarını perde yapmak bizi sorumluluktan azat etmez.
Âyetlerin anlamlarının tahrif edilmesi ihtimaline karşı tevile izin verilmiş lakin yine de sahib-i şeriatın maksadını teğet geçme ve isabet etmeme ihtimaline binaen de Mutezile’nin yaptığı gibi tevillin çapının genişletilmesine itiraz edilmiştir. Tevilde güdülün maksat yanlış çığırı veya büyük yanlışı, isabetle veya muhtemel veya daha küçük yanlışla düzeltmektedir. Tevilin çapının genişletilmesi de başlı başına bir aşırılıktır. Dolayısıyla tevile kapalı olmakla tevil kapısını sonuna kadar açma arasında muktesit ve mutedil bir yol tavsiye edilmiştir. Günümüzde ve genelde kitaplar ve cemaatler geçirgen olmaları gerekirken veya köprü olacakken duvar oluyorlar. Kitaplar tek kitaba veya ümmü’l kitaba köprü olmalı. Şeffaf ve geçirgen olmalı. Fakat pratikte kitapların bu maksada hizmet etmedikleri zahirdir. Genel anlamda köprü veya ayna mesabesinde olması gereken kitapların kalın bir perdeye dönüştükleri ve Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına hizmet etmedikleri söylenebilir.
¥
İslam’ın pratikte yaşanmasına hizmet eden cemaatler de yine ümmet ile temsil ettiği fertler arasında bir köprü olmalı ve ümmet ile fertleri birbirine kaynaştırmalı, bağlamalı ve tali ve ana basamakta geçirgen olmalıdır. Cemaatler, ana cemaat yani cemaatü’l müslimin/ümmet ile hizmet üniteleri olan tali kollar arasında kesintiye neden olmamalıdır. Kitaplar kitaba ulaşmaya, cemaatler ise ümmete ulaşmaya engel olmamalıdır. Lakin pratikte tersi işlemektedir. Ana cemaat ile tali cemaatlerin ilişkisi lider kültleri tarafından perdelenmektedir. Tali cemaatler ana cemaate (ümmet) liderleri tarafından yabancılaştırılmakta ve uzaklaştırılmaktadır. Türkiye’de Cemaat-İktidar Partisi arasındaki çatışmanın temelinde de liderlik kültü yatmaktadır. Bessam Nasır isimli es Sebil yazarı (http://www.assabeel.net/essays/item/44466- ) ‘Allah’ın kulları, Sünni tasavvufa buyurun’ başlıklı yazısında Müslümanların birbirleriyle ilişkisinin İslami olmadığını ve cemaatlerin işlevinin de İslami anlayıştan uzak olduğunu ve tali cemaatlerin birbirlerine ve dolayısıyla ana cemaate perde ve duvar olduklarını ifade etmektedir. Ümmete şeyhlik, liderlik, hizip perdesiyle baktığımızı ve dolayısıyla bu suretle Müslüman kitlenin birbirine yabancılaştığını ifade etmektedir. Bu da bizi, Kur’an-ı Kerim’in nehiy etmiş olduğu ‘niza ederseniz başarısız olur ve rüzgârınızı kaybedersiniz’ uyarısına muhatap kılmaktadır. Müslümanların şevketinin kırılması ve güçlerinin potansiyelden fiiliyata dökülememesinin temelinde böyle infiratçı tutumlar yatmaktadır. Tali etiketler, çatılar birbirine yabancılayarak; ana çatı altında buluşmayı engelliyor. Bu da İslam’ın şevketini gölgeliyor. Dolayısıyla cemaatler İslam’ın gücü değil, güçsüzlüğü haline dönüşmüş oluyorlar. Bu her zaman siyasi mühendislik sonucu da olmayabiliyor. Cemaat enaniyeti ve lider kültü gibi hastalıklı yaklaşımlar ümmet bağını ve genel bağı zedeliyorlar. Halbuki, ümmet bağı bütün bağlardan üstün ve diğer tali bağların meşruiyeti de bu bağa hizmet etmesiyle kaimdir. Bessam Nasır’a göre, bu fiili ayrıştırma ameliyesi sonucu tali cemaatler kendi mağaralarında yaşıyorlar. Fil tarifi gibi hepsinin İslam tarifi de birbirinden ayrışıyor. Kur’an-ı Kerim’e geçirgenliği kaybeden kitaplar ve ümmete ulaşmayı engelleyen ve geçirgenliğini kaybeden tali cemaatler meşruiyetlerini kaybeder. Ya da meşruiyet dereceleri azalır.
Bediüzzaman bu hususta Sunuhat’ta şunları yazmaktadır: “Demek, şeriat kitapları, birer şeffaf cam mâhiyetinde olmak lâzım gelirken, mürur-u zamanla, mukallitlerin hatâsı yüzünden paslanıp hicap olmuşlardır. Evet! Bu kitaplar, Kur’ân’a tefsir olmak lâzımken, başlı başına tasnifat (ana ekseninden bağımsız ve ona delalet etmeyen kitaplar) hükmüne geçmişlerdir.” Yorumcuya, şarihe takılıp kalmamak gerekir. Sonuç itibarıyla, onlar gaye değil vasıtadır. Vasıtalıkta başarılı değillerse onlardan istiğna edilir.
Müslümanların bu yönde yaptıklarını kabuk ve kışır mesabesinde gören Cezayirli merhum alim ve Şeyh Ahmed er -Rifaii Şerefi, Nureddin Zengi gibi Müslümanlar mağlup olsa bile eninde sonunda İslam’ın galip geleceğini ifade etmiştir. Öz kabuğu kıracak ve aşacaktır. Yermük Savaşı sırasında bir sahabe ile muhaveresi sırasında Komutan Ebu Ubeyde Bin Cerrah ahiret yolcusuna şunları söylemektedir: Resulullaha selamımı söyle. Haber verdiği gibi, Allah’ın vaatleri birer ikişer gerçekleşiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.