Dilenciler Ülkesi Olduk
Çalışmayı ar olarak görenlerin sokak başlarında avuç açmaları ayrı bir dünyanın sessizliği.
“Alın teri” denilen kutsanmışlığa da bir nevi darbe…
Sadakadan çıkılıyor yola.
Amel yönünden, veren el alan elden daha üstün sayılsa da dilenmek olayı öyle bir şey değil. Halkın vicdanına uzatılmış bir el hep istiyor…
Aslına bakılırsa Diyanet de öyle yapmıyor mu?
Camilerde her Cuma para istemek, sanki namazın birinci şartı imiş gibi…
Sabahın köründe uykusundan fırlayıp ekmek kokusuna koşanları bir bakıma da enayi gibi görmenin bir başka ifadesidir dilenmek. Şüphesiz bu konuda fıkıh hükmünü vermiştir bile.
Madem yardım, o zaman en yakınından başlamak üzere muhtaç sahiplerine “veren el” olmak asıl mesele. Değilse cebindekini sokağa atmakla, duygu sömürüsüne kendisini vakfedenlere vermek arasında bir fark yok. Belki de yardıma muhtaçları aramamanın vebali de var.
Günümüzde özelleştirilmesiyle devletçiliği ile “dilencilik” veya istemek bir sektör.
Bu sektörün ortaya koymuş olduğu projede şehir yapısal olarak sınıflara bölünmüş, camiler kodlanmış, kimlerin nerelerde dileneceği/isteyeceği işaretlenmiş ve kuralı konulmuş.
Canı isteyen istediği yerde dilenmesi proje gereği yasak…
Bir de resmiyet gereği izin almadan istediğin gibi para toplayamazsın.
Dilenciliğe alıştırmak diye de ayrı bir staj dönemi vardır.
Herkes “Cenab-ı Allah” diyerekten merhamet dileyen elini kalabalıklara doğru uzatamaz.
Sesin tonu, yaklaşımın, bakışların bile önemli, bir nevi sanatçı rolü…
Dilencinin elde ettiği cebe, resmiyette ki yüzdelikli çalışır.
Dilencilik sektöründe “kadın ve çocuklar çalışacak, erkek geçinecek” kuralı var.
Özellikle çingenelerde kadın çalışır, erkeklerin çalışması ayıptır…
Her aşiretin reisi var, o da “Çeribaşı” dedikleri en üst reise bağlı…
Burasını anladıktan sonra iş geliyor Suriye dilencilerine.
Suriye karışınca oradaki sektör buraya taşındı…
Şimdi bakıyorsunuz çoluk çocuk her yerde Suriye dilencileri..
Minik yaştakiler de dahil bir aileden en azından beş kişi avuç açıp insanlardan merhamet dileniyor. Onların da kullandıkları terim “sadaka”…
Devlet Suriyeli ailelere veriyor, yetmedi kuruluşlar yardım yağdırıyor.
Ama bu iş o yardımlarla bitmez, dilenciye verseniz de dilenecek.
Benim ilgimi en çok çeken bebek yaştaki çocuklar.
Kıçları açık, çıplak ayaklı bu çocukların oyuncakları sokaktaki kirli taşlar, topraklar.
Yatakları ise soğuk betonlar…
Çocuklarını para makinesi olarak betonlara adamış anne ve babaların insafları kıt, merhametleri hiç yok. Devlet de bu manzaralara kayıtsız, bakan geçip gidiyor...
Daha yeni, şiddet görüyor gerekçesiyle Alman gâvuru başında travma gördüğü beş aylık Türkiyeli bebeğe el koymuş. Bizimkiler “saldım çayıra” hesabi sahipsiz.
Sade dilencilik değil, fuhuş denilen çağın kirliliği nerdeyse ilkokula kadar sıçradı.
Peşinden uyuşturucu.
Laik takılıyoruz ya, işte bu tip kalıntılarla sarsıntılar İslam’ı insan hayatından soyutlamanın bir nevi sütü bozuk meyveleri… İnsanlıktan soyutlamış paraya, zevke öncülük veren bir zihniyet.
Eskiden, yani Osmanlı döneminde isteyenden ziyade veren el vardı.
Veren de kim verdi belli olmazdı.
Şimdi ise yardımlar muhtaç olana ulaştırılmadığı gibi, reklam olsun diye de zil takıp adeta tiyatro oynatıyoruz. Yine de öne çıkan sorun bu ülkenin çocukları…
İtalya’dan ithal ettiğimiz ceza kanunu taciz olayına hapis biçiyor da annesi babası olacaklar tarafından dilendirilen küçük yaştaki çocukların karartılmış istikballerine ne hikmetse karışmıyor.
Sorsanız yasa yok diyecekler…
Vergisine, faizine her gün kural konulan bu ülkede yasa çıkarmak zor iş mi?
“Dilendirilen, ağır işlerde çalıştırılan, şiddet gören çocuklara devlet el koyar” de bakalım, sokakta bir tane çocuk dilenci kalır mı?
Hatta lükse ötelerdeki rezaletleri de katın işin içine…
Diyeceksiniz, Tanzimat sonrası ülke dileniyor da birkaç insan dilense çok mu?
O da doğru!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.