Tükete tükete tükeniyoruz!
Eskiden kitabı yazar, görevini tamamlamış insanların vicdan huzuru içinde köşemize çekilirdik...
Artık böyle olmuyor: Kanal kanal dolaşıp yazdıklarını bir de anlatma modası çıktı. Sanırım bu, eserin zayıflığından kaynaklanıyor:. Çünkü yazarı tarafından anlatılan eser, kendini anlatamayan eserdir! O zaman da zaten “eser” değildir!
Ya okuyucu “aptal” yerine konuyor ya da yazarın kendi kalemine saygısızlığından...
Yani Şekspir, Tolstoy, Dostoyevski, Hugo, Kemal Tahir gibi dev yazarlar da televizyon sayesinde mi eserlerini okuttular?
Anladık, “devir reklam devri”! Ama reklam devri okuma oranını değil, yalnızca satış oranını yükseltiyor. Hiçbir yerde, hiçbir şekilde reklamı yapılmayan benim “Buhara Yanıyor” isimli romanım iki milyon sattı. Son kitaplarımdan “Kayıtdışı Tarih” beşyüz bini geçti. Yine de hiçbir satış istatistiğinde bu kitapları göremezsiniz. Çünkü fikir ve edebiyat tekeli hâlâ “iyi saatte olsunlar”ın tekelinde...
Eskiden kırk yılda bir “muharrir” çıkar, kırk yıl da gündemde kalırdı; şimdi her hafta başı bir “yazar” doğuyor...
Ve her hafta sonu bir “yazar” batıyor...
Sanat dünyası bundan farklı değil: Arka arkaya “albüm”ler, “cd” (yazılıp, maalesef “sidi” okunur) çıkıyor; “şarkıcı”lar öyle büyük bir hızla kanal kanal dolaşıyor ki, insan beyni her yerde onları göre göre, bir süre sonra bir birlerine karıştırmaya başlıyor...
Yine de hiç bir “yeni şarkı”da “eski şarkı”ların, hiçbir “yeni roman”da eski romanların tadı yok...
Ayrıca yeni “şarkıcı”larda, “eski şarkıcı”ların, yeni “yazar”larda eski “muharrir”lerin ağırlığı da yok...
Belki de bu yüzden “yeni şarkı”lar, “yeni roman”lar çabucak eskiyor, “yeni şarkıcı”lar ve “romancı”lar çabucak ortadan kayboluyor.
Bir sene dayanabilen “popçu”yu parmakla gösteriyorlar.
“Moda” akımların özelliği, zaten ömürlerinin kısa oluşudur...
“Değişkenlik”te varlık aranıyor!
Kuraldır: “Değişim”i yakalayamayan toplumlar, “değişkenlik”te varlık arar.
Bu süreci yaşayan toplumlarda “sanat”, “edebiyat”, “kültür” ve “bilim” yerine, sınırsız talepler, doyumsuzluklar, tatminsizlikler, baş döndürücü bir tüketim hızı, yüzeysellik, magazin, kavga ve pornografi gelişir...
Bizde de bunlar gelişti zaten!
¥
O kadar hızlı yaşıyoruz ki, ara çağlara uğramadan, hoop, Ortaçağdan doğruca “Magazin Çağı”na atladık.
Bu hızlı atlayış esnasında, “duygu” gibi, “sevgi” gibi, “görgü” gibi kavramlarla birlikte, “vefa”yı, “sadakat”i, “nezaket”i, “fazilet”i ıskaladık...
Yıllardan beri onlarsız yaşamaya çalışıyoruz...
Tabii hayatın tadı-tuzu olmuyor.
Artık insanların kendi cinsiyetlerine bile sadakati kalmadı: Kimi erkekler ameliyatla kadın olurken, kimi kadınlar da ameliyatla erkek oluyor!
“Cahiliye Devri” insanlarına döndük: Evlât ana-babaya, işçi şirkete, ortak ortağa, kardeş kardeşe ihanet ediyor.
“Sevgi”, “aşk”, “sadakat”, “vefa”, “ahlâk” gibi kutsal kavramlar, modern hayatın hızlı akışına ayak uyduramadıkları için, ruhumuzu kucaklayamıyorlar.
Hayat mecburen onlarsız akıp gidiyor!
¥
Galiba yön tespitinde büyük bir hata yaptık...
Baksanıza: Koştukça geriliyoruz!
İlk bakışta bunların bir birine zıt gibi durmasına bakmayın, yirmi birinci yüzyılda kavramlar bile işlevini yitirdi...
Hiç bir şey göründüğü gibi değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.