Çıkış yolu, sağ Kemalist restorasyon mu?
Çankaya savaşı için CHP ve MHP’nin başını çektiği ulusolcu cephenin 2014 model bir Truva Atıolarak sahaya Ekmeleddin İhsanoğlu’nu sürmesi elbette ki siyasal-toplumsal analizler adına pek çok hikmetler taşıyor olmalı. Her ne kadar ‘Çankaya savaşı için’ ifadesini kullanmış olsak da İhsanoğlu’nun profili aslında statükonun toplumsal-siyasal değişim dalgasını engellemek adına hangi türden dalgakıranlar inşa etmeye koyulduğunu göstermektedir.
Her şeyden önce CHP-MHP gibi laik-Kemalist siyasal merkezlerin ‘çatı aday’a yüklemiş oldukları anlam ve onun üzerinden elde etmeyi umdukları toplumsal destek en temelde resmi ideolojik krizin göstergesidir.
KÜLTÜREL DİN VE SEKÜLER YAŞAM
CHP ve MHP’yi partiler üstü bir aday arayışına sürükleyen şey basit bir biçimde her iki partide yaşanan siyaset üretememe veya kifayetsiz liderlik sorunuyla izah edilemeyecek kadar derin ve kronik bir soruna işaret etmektedir. Çünkü bu iki parti de etraflarında toplayıp beraber hareket etmeye teşvik ettikleri partiler hatta sendika, oda, baro, STK, akademi vs. en acil sorun olarak mevcut değişim-dönüşüm sürecini durdurmaya endekslenmiş durumda. Bir öneri, teklif veya projeden bahsetmek neredeyse imkânsız. Hemen her siyasal söylem ve duruş ‘no, no, no’dan ibaret.
Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan bir ümit devşirmeye, Başbakan Erdoğan’ın önünü alacak bir ‘lider’ üretmeye çalışmanın bizatihi kendisi iflas bayrağının çekilmesi değil midir? Ancak ulusolcu cephe açısından Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı aday olarak kamuoyuna lanse edilmesini yine de bir ‘başarı’ olarak görmek mümkündür.
Hem Kahire’de doğup büyümüş olmasından hem de el Ezher mezunu olmasından ötürü, IRCICA ve İKÖ deneyimleri de nazara verilerek İslami kültüre vakıf fakat aynı zamanda laik-seküler yaşam tarzını temsil eden, Atatürk’e bağlı bir ‘ortak payda’nın bütün bir toplumu kucaklayacağı umuluyor. Bu haliyle 2000’lerde uluslararası tecrübenin sol-Kemalist temsilcisi olarak siyasete musallat edilen Kemal Derviş’in şimdilerdeki sağ-Kemalist versiyonu gibi duruyor.
Devlet sınıflarının bütün tedbirlerine rağmen toplumda bir türlü önü alınamayan dindarlık trendine uygun bir aday görülen İhsanoğlu’nun tıpkı Fahri Korutürk ve A. Necdet Sezer gibi ‘sembolik’ Cumhurbaşkanı olması öngörülüyor. Fakat bu sembolik makam siyaseti bloke etmek, toplumsal taleplere karşı resmi ideoloji ve devlet sınıflarını koruyup kollamak üzerine tahkim edilmek isteniyor. Bu sebeple öncekilerin aksine ‘ulusal’ kimliği ile bilinen bir aday yerine ‘uluslararası’ şöhretiyle maruf birinin şemsiyesi altında toplanmakta fayda görüyorlar.
Arapça bilen, Ezher mezunu ama İslamla kimi kültürel kodlar ve sanatsal-bilimsel eserlerin muhafazası düzeyinde ilgili birinin dahi seküler-ulusolcu kesimler açısından kabulünün ne kadar sıkıntılı olduğu ortada. Fakat başka çarelerden yoksun oldukları için bürokratik teamüllerin devamı adına bu çileye katlanmak durumundalar. Bu ise topluma laiklik, Atatürkçülük, çağdaşlık, din düşmanlığı dayatarak sonuç almanın imkânsızlığını itiraf etmekten başka bir anlama gelmez.
NASIL BİR ÜLKE VE TOPLUM ÖNERİYOR?
Cumhurbaşkanlığı seçim sisteminin doğrudan halkoyuna dayanan bir sisteme dönüşmesiyle birlikte rejim tartışmalarının daha da yoğunlaşması son derece olağandır. Çünkü iki politik aktörün rekabetinden değil artık iki siyasal rejimin rekabetinden bahsetmek mümkün hale gelmiştir. CHP-MHP Cephesi’nin İhsanoğlu’nu öne çıkartarak verdiği mesaj şu şekilde okunabilir: Bu ülkeye-topluma dindar-muhafazakâr bir cumhurbaşkanı lazımsa onu da biz getiririz!
Bu fake muhafazakâr-dindar aday profili CHP ve MHP’nin başını çektiği çevrelerde çok büyük bir heyecan dalgası yaratmış olsa da toplumsal karşılığının ne olacağını ancak 10 Ağustos’ta görmek mümkün olacak. Tabii ki toplum İhsanoğlu’nun kısa özgeçmişine sadece kültür ve sanata yaptığı katkılar, aldığı ödüller veya sessizliği, nezaketi açısından bakmayacak.
Ülkenin en temel sıkıntılı alanlarına karşı ne yapmış, ümmetin dertlerine karşın neler söylemiş diye bakacak öncelikle. Askeri darbelere, yasaklara, resmi ideolojik dayatmalara karşı hiç sesi çıkmamış bir adama karşı en azından insanlar şüpheyle yaklaşmaz mı? Askeri darbeciler tarafından ezilen Mısır’ı, İsrail işgali altındaki Filistin’i, Esed rejimin kan gölüne çevirdiği Suriye’yi, ABD-İran paslaşmasıyla ezilip çiğnenen Irak’ı uzun yıllar boyunca boş gözlerle seyreden birine kim, neden güvensin ki?
Sol Kemalist siyasetin tasallutuna boyun eğmemiş bir halkın şimdilerde sağ Kemalist projeye destek olmasını beklemek ulusolcu cephe açısından çok hoş bir rüya olabilir. Ancak toplum bürokratik oligarşiyi sağ-muhafazakâr maskeyle restore etme projesini de sahiplerine iade edecektir. İade işlemi için zaman işlemeye başladı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.