Bu defa IŞİD isot tarlasına girdi!
Hikâyeyi hepiniz duymuşsunuzdur. Gerçekliliği konusunda hiçbir bilgim yok.
Dilden dile nakledilerek bana kadar geldi.
Kurtuluş Savaşı’nda düşman Urfa’ya doğru yaklaşıyor, kahvede oturan köyün efelerine haber ulaşıyor: “Düşman Antep sınırından Urfa’ya girdi”. Herkes umursamaz bir tavırla; “bir şey olmaz” demekten öteye başka bir tepki vermiyor. Bir gün sonra ‘düşman şehre girdi’ deniyor. Yine aynı hal; “bir şey olmaz”. Akşama doğru “düşman mahalleye girdi” deniyor. Yine “Bir şey olmaz”’ denerek olay kulak ardı ediliyor. Aradan çok kısa bir süre geçiyor. Gelen haberci “düşman isot (biber) tarlalarına girdi” deyince Urfa’da kıyamet kopuyor. Urfalım ‘Allah Allah’ nidaları ile ‘vay demek isot tarlasına girerler haa! diyerek kazma, kürek, yaba, bıçak, silah ne bulduysa düşman üzerine yürüyerek düşmanı çok kısa sürede layık olduğu yere gönderir.
Bu hikâyeciği niçin naklettim.
Suriye konusu aylardır yazıldı, çizildi.
Ben de konuya birkaç kez değindim, lakin beklenen etki bir türlü oluşmadı.
Her gün yüzlerce suçsuz insan katlediliyor, ama Batıdan ‘çıt’ yok.
Yüz binlerce masum çocuk yetim kaldı, Batı “duvardan farksız”.
Milyonlarca insan evini barkını kaybetti, Batı “sesiz”.
“Suriye parçalanıyor” diye feryat edildi, Batı “ilgisiz”.
“Ortadoğu’nun gidişi III. Dünya Savaşı’na sebep olabilir” dendi, Batı “duyarsız”.
Yani ne yazıldıysa, olayın ne kadar “dramatik” olduğu anlatıldıysa, Batı’nın taş kesilmiş vicdanı bir türlü uyarılamadı.
Çünkü Suriye’de zengin petrol yatakları yoktu.
Batı medeniyeti için kendilerinden olmayan insanların pek tabii ki petrol kadar değeri yoktur.
Ayrıca Suriye’nin parçalanarak gücünün eritilmesi, İsrail’in kuyruğuna takılmış Batı için bulunmayacak bir fırsattı aynı zamanda.
Böylece “Medeni Batı” Suriye savaşını, daha doğrusu Suriye’nin “iğdiş” edilişini, sonuna kadar huzuru kalple seyredecekti.
Hem olaya Batı açısından bakıldığında, rahatsız edici bir tarafı da yoktu. Üstüne üstlük “zayıf bir Suriye, güçlü Suriye’den” Batı için daha tercih edilebilir idi.
Yani, Suriye katliamı, kendilerinden oldukça uzakta ve İsrail’in kontrolünde Batının belirlediği mecrada akıp gidiyordu. Batı, aç susuz milyonlarca Suriyeliye inat” yatağında rahatça uyuyabilirdi.
Lakin, geçen hafta Batı için hiç beklenmedik bir durum oluştu. “Urfalımın da dediği gibi” Düşman (IŞİD) bu defa “isot” (Petrol) tarlalarına girdi. Hiç şüphesiz “Petrol yatakları” Batı için isot tarlalarından çok daha önemlidir.
Geçmişte atalarının “kendi yaptıklarına taptıkları heykeller misali”, Müslümanları parçalamak için elleri ile vaktinde kurdukları” örgütlerin (El Kaide örneğinde olduğu gibi), kontrolden çıkarak petrol tarlalarına dalması ile Batı’da kızılca kıyamet koptu.
Bu arada Musul Konsolosluğumuzun baskın yiyerek, 80’e yakın insanımızın rehin alınması da işin cabası.
Türk rehinler için Batı’nın o bildik “timsah gözyaşlarını” dökeceğine eminim. Ancak beni zerre kadar etkilemeyeceğinden daha çok eminim.
Çünkü, Türkiye’nin Misak-i Milli’den doğan bazı haklarından dolayı Musul ve Kerkük’e özel bir ilgisinin olduğu biliniyor.
Bu nedenle, IŞİD’in, konsolosluk baskınını, Türkiye’den beklenmedik bir hamle yememek için yaptığı açıkça anlaşılıyor. En azından şimdilik, IŞİD’in Türklere özel bir kininin olduğunu sanmıyorum.
Bu nedenle benim kanaatim, rehinelerin sağ salim serbest bırakılacağı yönündedir.
Evet, Ortadoğu tarihte olduğu gibi bu günde dünyanın bir numaralı gündemini oluşturmaya devam ediyor. Bu gidişin, dünyanın sonuna kadar da süreceğine kuşku yok.
Bu durum, bize ve İslam âlemine şüphesiz önemli görevler ve sorumluluklar yüklüyor.
Şayet gelecekte dünyada sözü geçen bir “konumda” olacaksak, bugünden itibaren adımlarımızı ona uygun atmalı, olaylara yaklaşımımızı ona göre ayarlamalıyız.
Vakit varken, iç çekişmelerden sıyrılarak, “global aktörler arasında yer almak için” hepimizin üzerine düşeni yapmaktan başka çare yoktur.
Aksi halde, Batının ve Doğunun üzerinde “at oynattıkları bir arena” olmaktan kurtulması pek mümkün olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.