Padişah ve Hoca
Yavuz’la, Şeyhülislâmı Zembilli Ali Cemali Efendi arasında geçen iki olay var ki, doğrudan günümüzü ilgilendiriyor…
Birinci olay:
Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemali Efendi, Yavuz Sultan Selim’i Edirne’ye uğurlayanlar arasındadır. Padişah’ı uğurlamaktan dönerken, yolda elleri-ayakları bağlı yüzlerce kişiye rastlıyor. Suçlarını merak edip sorduğunda, anlatıyorlar:
“Bunlar ipek alım-satımı yapan bâzirganlardır (tüccar); Oysa Padişah hazretleri ipek alım-satımını yasaklamıştı. Padişah emrine muhalefetten idam edilecekler.”
“Kim verdi idam hükmünü?” diye soruyor, Zembilli.
“Bizzat Padişah hazretleri verdi.”
Bu cevabı alan Şeyhülislâm, bir hukuksuzluğa meydan vermemek için, derhal geri dönüp Padişah’a yetişiyor. Diyor ki:
“Birtakım adamları bağlamışlar; eğer amaç onların öldürülmeleri ise, bu Allah katında helâl değildir.”
Yavuz öfkeleniyor: “Âlemin nizamı için âlemin üçte birinin katli helâl değil midir” diye soruyor.
Zembilli bu soruya şöyle cevap veriyor: “Dünyanın işleri karışıp büyük fitne olunca helâldir. Şimdi böyle bir şey yok.”
“Benim emrime muhalefetten daha büyük fitne olur mu?” diye çıkışıyor, Yavuz Padişah.
Şeyhülislâm, hiç çekinmeden konuşuyor: “Bunlar, Sultan’ın emrine muhalefet etmişlerdir. Zira sen ticaret konusunda onları yetkili kılmıştın. Bu her çeşit ticarete zimnî (gizli) izin sayılı.”
Bu cevap Padişah’ı biraz daha öfkelendiriyor: “Ben sana, saltanata dair işlere karışma demiştim. İcraatıma itiraz etmek vazifen değildir.”
Zembilli de öfkeyle şu karşılığı veriyor: “Bu, yalnız dünyanı değil, ahretini de ilgilendiren bir meseledir. Bu yüzden karışmak benim vazifemdir.”
Padişah’ı selamlamadan yanından ayrılıyor.
Zembilli’nin hukuku canı pahasına savunması Padişah’ın çok hoşuna gidiyor. Düşününce, ona hak veriyor. Bezirgânları affettikten başka, Edirne’ye ulaşır ulaşmaz Zembilli Ali Cemali Efendi’ye bir ferman gönderiyor.
“Rumeli ve Anadolu Kazaskerliklerini birleştirerek sana verdim. Zira bildim ki, bütün sözlerinde hak üzeresin.”
Padişahın fermanını alan Zembilli’nin cevabı, dünya nimetlerine dönüp bakmayan müstağni kimliğine yakışır tarzdadır:
“Mektubun bana geldi. Allah seni maddî ve manevî belâlardan korusun ve saltanatını devam ettirsin. Ben emrine itaat ediyorum; ancak Allah ile bir ahdim vardır; bu görevden beni mazur görün.”
İkinci olay:
Yavuz Sultan Selim’in, hazine muhafızlarından 150 kişinin öldürülmesini emrettiğini duyan Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemali Efendi, hışımla saraya gidiyor.
Padişah’ın huzuruna giriyor ve emrini geri almasını istiyor: “Duydum ki, 150 adamın öldürülmesini emretmişsiniz. Onların öldürülmesi şer’an (dini hukuka göre) caiz değildir.”
Yavuz Sultan Selim: “Dünya işlerine karışma” diye uyarınca öfkelenen Hoca, tehditkâr bir üslupla şöyle diyor: “Ben senin ahiret işlerine karışıyorum. Bu benim vazifemdir. Eğer affederseniz kurtuluş bulursunuz, aksi takdirde büyük bir cezaya çarptırılırsınız.”
Padişah yumuşuyor: “Tamam, dediğin gibi olsun.”
Birliktelikleri sohbet kıvamında devam ederken, Zembilli bir teklifte bulunuyor:
“Az önce söylediklerim ahretinize aitti, şimdi de mürüvvetinize ait bir söz söyleyeyim.”
“Nedir, söyle bakalım.”
“Saltanatınıza yakışan odur ki, affettiğiniz bu insanları eski görevlerine iade edesiniz.”
Padişah gülümsüyor: “Tamam, görevlerine iade ettim. Ancak hizmetlerinde kusur ederlerse, tazir cezası ile cezalandırırım haberin olsun.”
Şeyhülislâm Zembilli de gülümsüyor: “İslâm hukuku tazir cezalarını, sultanın takdirine bırakmıştır. Yetkin dâhilindeki cezayı verebilirsin.”
Naklettiğimiz her iki olay, “Şakâyık-ı Nu’mâniyye”den naklen “İlmiye Salnâmesi”nde mevcuttur (İstanbul 1334, s. 310-311).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.