‘Hak ihlali’ rezaleti
Bu ülkede hakkına razı olanı gördünüz mu?
“Ben yaptım cezamı çekeyim” diyen var mı aramızda?
Deprem paralarını yiyenler de haklı, her on yılda bir halkın iradesine kumpas kuran darbeciler de haklı…
Öyle buyuruyor büyükler, “yapanın yanında kâr kalmayacak.”
Kaldı bile… O cümleyi “yapanın yanında kâr kalıyor” şeklinde düzeltsek iyi olur.
Mahkemelerin beş yıldır okuyamadığı kamyon yükü dosyaları, Anayasa Mahkemesi bir çırpıda okuyarak, insan hakkı ihlaline karar verdi. Çarpıcı değil mi?..
Geriden sararsak, şu 1 Mart Teskeresi.
Düşünün bakalım, muhalefetten başka bu teskereye kimler karşı çıkmıştı?
Sonra da general tutuklamaları!
Tabii herkes şaşırdı, çavuşunun burnundan dahi kıl aldırmayan bir ordunun generalleri tutuklanıyordu, kozmik odalarına giriliyordu. Biliyor musunuz? Kamuoyu neyse de, aydın kesim bu olayı yeterince değerlendiremedi.
Bu generaller niçin ve nasıl tutuklandı?
Kozmik odalara nasıl girildi?
Görüntü askeri vesayetin lağvı şeklinde ise de, asıl amaç 1 Mart Teskeresi’ne karşı duran ABD yanlısı subaylara birilerinin vermiş olduğu ders olmalıydı.
Sanki bir ses öyle diyordu: “Ben sizi o kadar yedirdim, içirdim, baktım, darbeleri yaptırdım, siz de kalktınız benim teskeremin ayağına taş koydunuz, alın cevabını.”
O birilerinin serpiştirdiği bilgi ve belgeler savcının önüne gelince olanlar oldu.
Ama ne oldu? Asker tutuklamalarını herkes iktidara mal etti.
Ben etmeyin dedim, yeni kurulan bu iktidarın o kadar gücü yok.
Geldik bugünlere. O günün hakim ve savcıları yerine bugünün Balyoz rezaleti sergilenince Kılıçdaroğlu’nun düdüğünde arızlar peyda oldu, hiç ötmüyor.
“Hukuk ihlali” diye nerdeyse altına yapacak malum baro başkanlarının da sesi soluğu kesildi.
Aklımızı peynir ekmekle yemeyelim.
Görülen odur ki bu yargı ne muhalefetindir ne de iktidarın…
Ortadoğu’yu sürekli kontrol eden Siyonist denkleminde vesayet her an işbaşındadır.
Asker gider yargı gelir, yargı gider polis gelir…
Hepsinin üzerinde paralelleşen bürokrasi var.. Tayinlerde görüyorum, bir paraleli yıkacağız derken diğer paraleli elimizle kuruyoruz. İktidar böcek arıyor, ama asıl böcekler yanıbaşlarında.
Bu işleri kim beceriyorsa beceriyor…
Biz her ne kadar “hukuk devletiyiz” diye nutuk atsak da kazın ayağı hiç de öyle değil.
Soruşturmaları polis evirir çevirir yargı da fırına verir.
Savcıların polisten önce davrandıkları bir olay yok.
Hele de büyük şehirlerde savcılık doğrudan polisin yaptıklarına onay makamıdır, geleni iddianameye bağlar mahkemesine gönderir. Şimdi haklı olarak sorulan, “sen adamı beş yıl ne diye yatırdın, ne diye saldın?”
Efendim insan hakları ihlali var. Bu ihlali yargı yapıyorsa; ki bunun içerisinde başta birinci derecedeki mahkemeler var, ikinci derecede ise Yargıtay. Her birisi de mesleğinde iyi kötü uzman.
Hiç düşündük mü? Uzmanlar insan haklarını ihlal ediyor da, uzman olmayan Anayasa Mahkemesi doğrusunu mu yapıyor? Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada uzmanlığı yok, bana göre varlığı gereksiz.
Bu yetkilerle kalkar da seçimleri iptal ederse şaşırmayın.
YSK’nın kararları kesinmiş, iyi ya, Anayasa Mahkemesi de kesin olan kararlara bakar.
Öyle olmuşken Öcalan’ı da salsınlar…
Yüksek mahkeme değil mi? Ona da insan hakkı ihlali diyemez mi?
Darbeciye dedi, Mirzabeyoğlu’na, Metin Kaplan’a diyemedi.
E peki sen öyle her dediğinde müebbet hapse mahkûm olanlar yırtabilecekse, cezaevlerinde ne katil kalır, ne de gaspçılar. Sonucu tahliye olacaksa istersen Mehmetçiğin tamamını katlet.
Görüyorsunuz liyakatsizlik ülkeye nelere mal oluyor.
Çözmüyor, aksine sorun üretiyor, o yüzden gereksiz dedim.
Şimdi halkımız haklı olarak sormayacak mı: “Ey hakim ve savcılar, bu kararları nasıl verdiniz?”
Onlar da “biz bu kararları dosyalarındaki delillere göre verdik” diyecekler.
Peki hangisi doğrudur? Mahkemeler mi Anayasa Mahkemesi mi?
Eğri doğruyu götürdüğüne göre, birisini aradan çıkaracağız, değilse bu çok başlılıkla yargı rezaleti sergilemiş oluruz, aleme rezil oluruz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.