Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Bataklıktan gülistana

Bataklıktan gülistana

Sabah yazarlarından Haşmet Babaoğlu’nun atfını görmeseydim Şükrü Hanioğlu’nun ‘Ortadoğu’da yeni düzen’ yazısını fark edemeyecek ve atlamış olacaktım. Haşmet Babaoğlu’nun yazısını okuduktan sonra ilgili yazıya geri döndüm. Şükrü Hanioğlu tarihçi gözüyle mühim konulara temas ediyor, bazı tavsiye ve uyarılarda bulunuyor. Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yıldönümünde düzenlerin çöktüğü ve haritaların fiilen değiştiği bir ortamda pasif kalamayacağımızı söylüyor. Yeni dönem ve şartlar eşiğinde ve ışığında atalet bir seçenek ve politika olamaz. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ kalıbında düşünenler cihanda harp olduğunda yurtta sulhu nasıl koruyacaklarının cevabını veremezler. Elbette Birinci Dünya Savaşına katılmamız doğru ve isabetli bir yaklaşım değildi. Ama sehm-i kaza nevinden; mecbur kaldığımız ve bize dayatılmış bir savaştı. Kaderimizdi. Başka seçeneğimiz yoktu. Sömürgeci dünya güçleri bizi yutmayı kafalarına koymuşlardı ve bizi Almanya’nın kucağına itmişlerdi. Sömürgeci olmayan Almanya ortağımız ve kader yoldaşımız oldu. İkinci Dünya Savaşına katılmamamız ise isabetli idi. Yerinde bir davranıştı. Farz edelim ki, katılsaydık ve muzaffer tarafta yer alarak topraklarımızı genişletseydik, bu kafa ile genişletilen toprakları nasıl idare edecektik? Dolayısıyla bu fetret çağında veya Tih yolculuğunda bize muzaffer olmak da mağlup olmak da yasaktı. Bundan dolayı İkinci Dünya Savaşını statükoyu koruyarak atlattık. Muzaffer olsaydık misyondan ve vizyondan yoksun bir ülke olarak kader ortaklarımızı nasıl sevk ve idare edecektik? Mağlup olsaydık saklı ve mahfuz misyonumuzu da kaybedebilirdik. Bundan dolayı kader bizi kenarda tuttu. Şimdi ise harekete geçmenin vakti geldi ve Allah’ın izniyle hiçbir güç de bizi atıl tutamaz. Sadece aktör olmayanlar sevk-i kaderle kenara itilirler.

*

 Şimdi silkinme ve hamle yapma zamanındayız. Birinci Dünya Savaşını düşmanlar dayatmıştı. Şimdi ise rolümüzü devralmaya tarih ve ilahi misyon zorluyor, dayatıyor. Arap Baharı bunun yolunu döşedi. Arap Baharı bölgeyi çalkaladı ve yapılar tamamen pelteleşti ve eski sistem yıkıldı. Eski sistem askeri darbelerle toparlanmaya çalışıyorsa da gidebileceği bir yer yok. Eski sistem önümüzdeki yıllarda bütün kurumlarıyla çökecektir. Hak ile yeksan olacaktır. Haritalar havada uçuşurken Türkiye’nin başını kuma gömme lüksü yoktur. Kimileri Ortadoğu’yu bataklık olarak değerlendiriyor ve bulaşmamamız gerektiğini telkin ediyor.  Aslında bu suret-i haktan görünen dostlarımız, bizim rolümüzü kıskanan gizli düşmanlarımızdır. Hemen aklıma gelmişken söyleyeyim, bunlardan birisi veliyi fakih denilen yeni Fatimi üssünün rehberi Ali Hameney’in çömezlerinden; dost görünen Türkiye düşmanı Lübnanlı Şii yazar Muhammed Nureddin’dir. Türkiye’nin barış gücü sıfatıyla 2006 yılında Lübnan’a asker göndermesini Türkiye’deki kuyrukları gibi İsrail misyonuna bağlamıştı. Türk askerinin gitmemesi için debelendi, tepindi ve Türkiye’ye kamuoyunu yönlendirmeye matuf mektuplar yazarak; Türkiye’yi Ortadoğu’dan uzak tutmaya çalıştı. Elbette bunu İran namına ve hesabına istiyordu. İsrail’i de bahane yapıyordu. Muhammed Nureddin neden Türk askerini istemez? Bu sorunun cevabı veliyi sefih Hamaney’in Danışmanı General Yahya Rahim Safevi’nin sözlerinde gizli. ‘İran tarihte üçüncü kez Lübnan üzerinden Akdeniz kıyılarına iniyor’ demiştir. Niye bizimle Lübnan ve Ortadoğu’yu paylaşmak istesinler ki? Aslan varken çakala pay düşer mi? Adamlar çaktırmadan ve kafalarına göre indikleri Akdeniz kıyılarında bizi fazla görüyorlar! Muhammed Nureddin de dost ayağıyla bizi caydırmaya çalışıyordu. Türkiye’yi, kamuoyu oyunun hassasiyeti üzerinden bloke ederek keyiften dört köşe oluyorlardı.

*

 Şükrü Hanioğlu, tarihçi gözüyle bazı tavsiyelerde bulunuyor. Ortadoğu bataklığından uzak duralım diyenlerden uzak durmamızı tavsiye ediyor. Gerçekten bunu düşünen dostlarımız hâlâ AB’nin kendini toparlayacağını ve üstelik bizi de içine katacağını mı düşünüyorlar? Batılılar büyük savaş öncesi bizi Avrupa’dan sürmüşler ve sonrasında da İngilizler ve Fransızlar da bizi Ortadoğu’dan çıkarmışlar ve bölgeyi aralarında yağmalamışlardı. Yine Ortadoğu’da veya Avrupa’da olacaksak onların kabulüyle ve lutfuyla değil kendi irademizle olacağız. Şükrü Hanioğlu tek seçeneğimizin uzak durma değil doğru angajman politikasını belirlemek olduğunu ifade etmektedir. Doğrusu da budur. İşte burada Türkiye’nin eski düzeni de Ortadoğu’nun eski düzeni gibi geçerliliğini kaybetmiştir. Ve bunun AKP’ye bakan bir yüzü de var. Yumuşak gücün sonuna geldik. Araçlarımız veya vekalet araçlarımız potansiyel olarak duruyor. Türkiye bunları aktif hale getiremiyor. Mevcut sistem veya yapı önünü tıkıyor; fırsatları değerlendirmeye ve meydan okumaları savmaya imkan vermiyor. Bölgedeki çatırdamalar da, kendimizi ve sistemimizi gözden geçirmeye itecek. Zorlu ama kaçınılmaz bir sürecin başındayız. Ortadoğu’da yaşamak istemeyenler başka bir gezegene taşınabilir ve Mars’a yolculuğu deneyebilirler. Şimdiden uzay yolculuğu biletleri satılmaya başladı bile. Biz burada kalıyoruz. Ve yaşadığımız yerin hakkını da vereceğiz. Bataklık edebiyatı yapanlara da bir çift sözümüz olacak: Ya bataklık bizi yutacak ya da bataklığı gülistan haline çevireceğiz. Ya devlet başa ya kuzgun leşe!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi