'Devlet malı deniz...'
Başbakan'ın Rize'de söylediği, "Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmeyeceğiz. Haa aksi varsa, yiyeni varsa onu da aramızda barındırmayacağız." sözü, zengin kültürel çağrışımları olan bir söz.
"Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek", "beytü'l mal"e yani devlet hazinesine el uzatmak demek. "Devlet malı deniz, yemeyen domuz" deyişi ise hep yanlış anlaşılmış bir deyiş. Bu deyişte, devlet malını kendi çıkarı için kullananlara "devlet malını deniz mi zannediyorsunuz" ikazı bulunuyor. Sözdeki ironi, "yemeyen domuz" ibaresinde saklı. Malum midesi en geniş ve bulduğu her şeyi yiyen bir yaratık domuz. Tersinden okununca devlet malını yiyen, her şeyi yiyen bir yaratığa dönüşüyor. Kısaca bu söz ile kamu kaynaklarının sınırlılığı ve herkesin bu sınırlı kaynaklar üzerinde hak sahibi olduğu hatırlatılıyor.
Kamu kaynaklarını "tüyü bitmemiş yetimin hakkı" olarak nitelemek, bizim dinî kültürümüzün ve geleneklerimizin güçlü ifadelerinden biri. "Yetimleri korumak" toplum vicdanının temel göstergesi. Bu, bir kamusal sorumluluk. Bu sorumluluğu, toplumun muhtaç durumda olan bütün bireylere karşı sorumluluğu olarak kabul etmek lâzım.
Kur'an, Nisâ Sûresi 10. ayette "yetim malı yiyenler"i, "karınlarına ateş tıkınmış olanlar" şeklinde çok ağır sıfatlarla tasvir ediyor. Yetim, toplumun, dolayısıyla devletin her şeyi üzerinde hak sahibidir. Kamusal olarak değer taşıyan her şey herkese, yani kamuya, yani devlete aittir. O zaman kamusal bir değerin birey tarafından haksız bir şekilde transfer edilmesi kul hakkının gasp edilmesi, yani tüyü bitmemiş yetimin hakkına tecavüz edilmesidir. Kişiye ait bir maddî varlığın toplumun hizmetine sunulması anlamına gelen vakıf kurumu için de benzer uyarılar yapılır. "Vakıf mumu yiyen kedinin gözü kör olur" sözü, bu uyarılardan biridir.
"Tüyü bitmemiş yetimin hakkı" dar anlamıyla devlet hazinesi, geniş anlamıyla kamunun sahip olduğu ve yarattığı bütün değerler olduğuna göre, bütün yolsuzluklar "tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek" anlamına geliyor. Kamusal yetkilerini, nüfûzlarını kullanarak kazanç elde edenler "yetim hakkı" yemiş oluyorlar. Sembolik olarak bu ifade, siyasete dair bir etik değeri, topluma ait bir ahlâkî hatta evrensel bir dinî normun üzerine yerleştiriyor.
Yolsuzluk, demokrasiler için her şeyi yiyip yutan kara delik demek. Yakın siyasî tarihimiz parlak siyasî hareketlerin yolsuzluk batağında tükenişine çok sayıda örnek veriyor. Yolsuzluk yapmak sadece basit bir ahlâkî zaaf olarak anlaşılmıyor. Her zaman sayıca çok olan ve siyasî iktidarları belirleyen yoksul kesimlerin adalet duygusunu kökünden sarsıyor. Belli belirsiz yaşanan sıkıntıların yol açtığı öfkenin yöneldiği adrese dönüşüyor. İktidar partilerini, yoksulluk söylentileri ağaç kurdu gibi içten içe kemirerek tüketiyor.
Yolsuzluğun tek panzehiri şeffaflık. Şeffaflık, hem yolsuzluk yapmaya niyetlenenleri frenliyor hem de sırf çamur atmak için üretilen yolsuzluk suçlamalarına bir ölçü getiriyor. Yolsuzluğu da, yolsuzluk söylentileri üzerinden siyasî yıpratma savaşlarını önlemenin yolu da karanlık bölgeleri kamunun denetimine açmaktan geçiyor.
Türkiye "bal tutan parmağını yalar" dönemini geride bıraktı. özelleştirmeler ve devletin küçülmesi ile ortada tutacak pek bal da kalmadı. Şeffaflaşmada kat edilen mesafe ve bağımsız denetim kurumları kamu kaynaklarının kullanımına sağlam ölçüler getirdi. AB reformlarının hakkını teslim etmek lâzım. Yolsuzluk yapma iktidarının alanı giderek daraldı. Bu dar alanda kopacak fırtınaları durdurmanın yolu da şeffaflık.
Şeffaflığın farklı boyutları var. Ortak nokta, her türlü denetime açık olmak. Kamuoyu denetimi, idarî denetim ve en sağlam olanı yargısal denetim. Keyfîliğe açık idarî yetkileri kamuoyu denetimine açmak, yargının önündeki engelleri kaldırmak, yolsuzluğu engellemenin en etkili yolu. Habbenin kubbe yapılabildiği dar karanlık alanlar kaldıkça, tüketici yolsuzluk tartışmalarını engellemek de mümkün değil.
Söz konusu olan "tüyü bitmemiş yetimin hakkı" olduğuna göre kılı kırk yaran bir özene ve dikkate ihtiyaç var.