Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Tarassut Köpeği Ertuğrul bu işe ne der?

Tarassut Köpeği Ertuğrul bu işe ne der?

Mutlaka biliyorsunuz, ama ben yine de biraz “malûmatfüruşluk” yapıp, “tarassut”un ne demek olduğunu anlatayım... Efendim, “tarassut” kelimesi, “rasat”tan gelir... Kısaca; “Dikkatle bakma, gözle takip etme, gözleme, gözetleme” demektir... İşte, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul özkök de, 24 Mayıs 2008 Cumartesi günkü yazısında, bundan böyle “Tarassut Köpeği” olacağını, dolayısıyla olan-biten her şeye “dikkatle bakacağını, takip edeceğini, gözetleyeceğini” yazmıştı... Zaten, yazısının başlığı da, “yeni görev”ini deklâre ediyordu: “Tarassut Köpeği işbaşında!”
Yanlış anlamalara meydan vermemek için de yazısına şöyle bir “şerh” düşmüştü:
“Kendi payıma bugünden itibaren tam anlamıyla tarassut köpeği oluyorum. Ama; köpekleşmiyorum, sadece “watchdog” oluyorum... Kelimesi kelimesine çevirirseniz, “gözlem köpeği” oluyorum...
Bir nevi “tarassut” elemanı.
Kim ne yapıyor, kanunu nerede ihlâl ediyor?..
Bakacağım ve teşhir edeceğim.”
Evet, bundan sonra olan-biten her şeye “bakacak” ve yanlış yapan herkesi “teşhir edecek”ti!..
Mesela neleri teşhir edecek?..
Nerede “mahalle baskısı” var, nerede “içki yasağı” uygulanıyor ve nerede “laikçilerin yaşam tarzı tehlikede” ise, onları!..
Ertuğrul, bir “tarassut köpeği” olarak, yani bir “gözlem köpeği” olarak, daha sonraki zamanlarda, gerçekten de “görev”ini yerine getirdi!..
Meselâ, “gâvurlara içki veren” ama “Müslümanlara içki yasağı” uygulayan Golden Horn adlı oteli kapattırmayı başardı!..
O otel, “içki”den dolayı değil, “ruhsatsızlık”tan dolayı kapanmış olsa da, nihayetinde kapandı!..
Ertuğrul, baktı!.. Teşhir etti... Ve kapattırdı!..

AL ELİNE KADEHİ... “ŞEREFE” DE!..
Ertuğrul, bütün bunları “bir tek amaç” için yapıyordu!..
İstiyordu ki;
“Türkiye normalleşsin!”
İstiyordu ki;
“Manevî getto”(!)lar yıkılsın!..
İstiyordu ki;
“Tesettür gettoları”(!)ndan çıkılsın!..
“ülkeyi gerenler” olarak sadece “dindar” insanları gören Ertuğrul, onlardan “taviz” bekliyor, meselâ “kadeh” kaldırıp “şerefe” demelerini istiyordu!..
Yani, Ertuğrul’a göre;
Bir Müslüman, özellikle de Başbakan, eğer “içkili bir lokanta”ya girer, masadan bir “kadeh” alır ve lokantadakilere “şerefe” diye kaldırırsa, “Türkiye’de çok şey değişir”di!..
öyle diyordu Ertuğrul...
13 Ağustos 2008 tarihli ve “Lütfen bir kadeh sayın Başbakan” başlıklı yazısında şunları yazıyordu:
“Bir gün uçakla bir yere giderken Başbakan Erdoğan’a sormuştum.
“Neden eşinizi alıp Boğaz’da bir restorana gitmiyorsunuz? Bir masaya oturup, elinize bir bardak alın. Hadi vişne suyu koymayın, şarap sanırlar... Ayran içmeyin rakı derler... Portakal suyu koyun, kimse bir şey zannetmez... Yan masaya bir kadeh kaldırın, eminim bu ülkede çok şey değişir.”
Evet buna çok inanıyorum.
O nedenle de hem Cumhurbaşkanı’nın hem Başbakan’ın tatil yapmasını, eskiden kapandıkları “gettovari tatil yerleri”nden çıkıp, Türkiye’ye karışmalarını gerçekten çok olumlu bir normalleşme işareti olarak değerlendiriyorum.
Bu iki insan, eğer “Bütün Türkiye”nin cumhurbaşkanı ve başbakanı ise, “Bütün Türkiye”nin yaşadığı, tatil yaptığı, yemek yediği yerlerde görünmelidir.
Demokrasi ancak bu manevi gettoların yıkılmasıyla normal sınırlarına kavuşabiliyor.
Herhalde üç beş günlük yat tatili uğruna memleketi satacak değiller.
Ama tesettür gettolarından çıkmanın ülkeye kazandıracağı çok şey var.”

UZLAŞMA DEĞİL, BOYUN EĞDİRME TEKLİFİ!
Evet, bunları yazdı Ertuğrul...
Yazdı ama, “mutabakat” veya “uzlaşma”yı “kadeh”e indirgeyen bu “kafa yapısı”na, hemen her kesimden cevap geldi.
Meselâ, Hüseyin Gülerce dedi ki;
“Sayın özkök, bundan önce de kendi penceresinden bakıp, empati yapmaya yanaşmadan bazı tekliflerde bulunmuştu. Sadece kendi görüşlerini en doğru kabul ederek, başkalarının da ancak bu görüşlere gelmeleri halinde uzlaşma olabileceğini varsaymak, konunun baştan kapanması demektir.
Hürriyet yayın yönetmeni, kadeh kaldırmayı ve bunun parlak yöntemlerini kendi dünyası adına çok önemseyebilir ve bunda samimi de olabilir. Ama bilmeli ki, bu teklif, uzlaşma değil, “boyun eğdirme” teklifidir.
“Kadeh kaldır, uzlaşalım” diyene, bir başkası da çıkar; “sizi sabah namazında cemaatın arasında görmek isteriz” diyebilir.
öteki Türkiye, uzlaşmak için kadehi bekliyorsa, daha çok bekler...
Uzlaşmanın yolu, insanlara, yaşam tarzlarını değiştirmeyi teklif etmek değildir.
Uzlaşmanın yolu diyalogdan geçer. Diyalog da herkesin konumuna saygıyla başlar. İçki içene bu ülkeyi dar etmeye kalkmak ne kadar yanlış ise içmeyene de, başını örtene de, “Sizin bu ülkede yaşama hakkınız yok, Suudi Arabistan’a gidin. çağdaş Türkiye’nin imajını bozuyorsunuz” demek de o kadar yanlıştır.”
Söyleyin, Hüseyin Gülerce haksız mıdır?.
İnsanlara “kendi dünyaları”ndan seslenip, “siz de bizim gibi olun” demek bir “uzlaşma çağrısı” değil, “muzlaşma dayatması”dır!..
Sayın Başbakan’a; “kadeh kaldır, uzlaşalım” diyen bir insan, yarın bir gün kalkar; bir Müslüman’a, “namaz kılma, oruç tutma, uzlaşalım” der!.. Ya da, bir genç kıza, “örtünü çıkar, uzlaşalım” diyebilir!..
örnekleri çoğaltmak mümkün!..
Ama, Hüseyin Gülerce’nin de dediği gibi; “insanlardan, yaşam tarzlarını değiştirmelerini” istemek asla ve kat’a “uzlaşmak” değildir!..
Bunun adı, “dayatma”dır!..
Bunun adı, “bana uy, boyun eğ” demektir!..
İyi hoş da, sen kimsin?
Necisin sen?!?..

LAİKçİ YOSMALARIN YEDİĞİ HALTLAR!
Ne yalan söyleyeyim; Ertuğrul’a cevap verip, “öfkeli bir yazı” yazmamak için, birkaç gündür kendimi tutuyordum... Bir de, “Başbakan’dan kadeh kaldırmasını” isteyen Ertuğrul’a, “laikçilerin ceberrutlukları”ndan örnek vermek istiyordum.
“Gör” diyecektim; “Laikçilerin ne kadar tahammülsüz, ne kadar saldırgan, ne kadar edepsiz ve ne kadar kaba olduklarını gör!..
önce onları hizaya sok, önce onları normalleştir ki, Müslüman’a lâf söylemeye yüzün olsun!..
Bir tarassut köpeği olarak, bir gözlem köpeği olarak, bir watchdog olarak dikkatle bak ve laikçi yosmaların yediği haltları gör!”
Bunu diyebileceğim “güncel bir olay” bekliyordum... çünkü, “laikçi zorbalık”lara ve “çağdaş yobazlık”lara hemen her gün şahit oluyorduk...
Hem de, onlarcasına...
İşte böyle bir olay bekliyordum ki; Balçiçek Pamir, Habertürk adlı internet sitesinde, dün “3 olay birden” anlatmış!..
Hem de “duyduğu” veya “gördüğü” olayları değil, “bizzat kendisinin yaşadığı” olayları!..

BODRUM’DA 2 HAŞEMALI GENç KIZ!
Buyurun, “Balçiçek Pamir’in şahit olduğu olayları” birlikte okuyalım:
Sahne 1
“Bodrum’da bir sahil... İki haşemalı genç kız denize doğru yürüyor. Ne yalan söyleyeyim ben de uzun uzun baktım. Alışık olduğum bir görüntü değil. Bir tanesi yeşil, bir tanesi mor üstelik. O sıcakta terlemezler mi diye düşündüm. Bir tanesi yanıma yaklaştı.
“Biz” dedi. “Bursa’dan geliyoruz, ilk defa buraya geldik. Sizin de ikizlerinizi görünce benim de 1,5 yaşında oğlum var acaba ne önerirsiniz? Ne yapsak, otelden memnun değiliz nerede kalsak?”
Bir süre sohbet ettik.
Sonra ben ikizleri simitlerine oturtup denize girdim.
Sohbet ettiğim genç kadın da; kız kardeşi olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir kızla denize girdi.
O sırada diğer kadınlardan taciz başladı.
Hem de yüksek sesle.
-Şunlara bak, ne biçim kıyafet... üstelik rüküş.
-Buralara kadar geldiler. Bodrum’un da tadı kaçtı.
-Maşallah hiçbir şeyden de geri durmuyorlar.
Utandım... öylesine utandım ki sormayın.
Biz ne zaman böylesine sert, vicdansız acımasız ve tacizkar olduk?
Biz ne zamandan beri insanları kıyafetlerine ve dış görünüşlerine göre yargılar ve idam eder olduk?
Hep “Sorun bizi yönetenlerde, aşağıda bir problem yok” demiyor muyduk?
Haşemalı kızlardan biri dayanamadı.
“Niye bize laf atıyorsunuz, ben de sizin gibi tatile geldim. üstelik ben sizi rahatsız etmiyorum.”
Karşıdan cevap gecikmedi.
“Görüntün beni rahatsız ediyor!!!”
Nasıl yani?

TüRBANLI BİRİNE NASIL EV VERİRLER?!?
Sahne 2
İstanbul Kemerburgaz’da bir site... Sitenin sakinlerini bir telaş almış ki sormayın. Elimde bir mail var. Site sakinleri sitelerine yeni taşınan aileden son derece rahatsız olmuşlar.
Neden? çünkü ailenin “anne”si türbanlı.
Diğer site sakinlerine gönderilen mailde “Hemen bir çözüm bulmalıyız” deniliyor. “Artık buralara kadar geldiler. Nasıl olur da böyle bir aileye ev kiralarlar anlamıyoruz. Acilen bir toplantı düzenleyip ‘Kimlere ev kiralanabilir’ maddesinin üzerinde detaylıca konuşmalıyız.”
Kendini bilmez bir site sakini böyle bir mail atmış, ne olacak ki...
Diyebilirsiniz.
Ben de öyle dedim.
Bu mail bana geleli 2 ay olmuştu.
Taa ki diğer site sakinlerinin cevaplarını ve konuyla ilgili önerilen çözümleri okuyuncaya kadar...
İnanın öyle öneriler var ki yazmaya elim gitmiyor.
Yine utandım. Hayatımda ilk defa bu kadar net bir şekilde, ait olduğumu hissettiğim topluluktan ne kadar uzaklaştığımı fark ettim birdenbire.

İçKİLİ BİR MEKâNDA İKİ DİNDAR!
Sahne 3
İstanbul Levent’te bir İtalyan restoran...
Dört gün önce...
Saat 21.30’da.
Elele bir çift geldi mekâna.
Kadının başı kapalı.
Kenarda bir masayı tercih ettiler.
Bir süre sonra yine taciz başladı.
Bakışlar, yüksek sesle söylenmeler, gereksiz gürültüler!..
Bir süre sonra “Bir daha buraya adım atmam” diye mekânı terk edenler bile oldu.
Elimde içki kadehim, ağzım açık kaldı.
O çift; herkesin elindeki içki kadehinden, şortlarımızdan, mini eteklerimizden rahatsız olmadan baş başa bir gece geçirmek için kalkıp restorana geliyor ve biz ne yapıyoruz? Ne yapsın adam, hayatını Fatih ve çevresinde mi geçirsin?
üstelik ortada insan haklarına aykırı bir durum yok mu?
Tekrar soruyorum, biz ne zaman bu hale geldik?
Şimdi beni topa tutacak, kendi deyimleriyle türban konusunda taraf olan okuyucularıma sesleniyorum.
“Elinizi vicdanınıza koyun. Bu yapılanlar ayıp değil mi? Günün birinde türbanlı biri sizden bir yardım isterse el uzatmayacak mısınız?
Biz böylesine insanlıktan çıktık mı?”
Zaten birilerinin amacı toplumu bölmek, biz böylesine garip insanlar haline getirmek değil miydi?
Peki, biz niye alet oluyoruz?”

HAYVANLARLA UZLAŞILIR MI?
Lütfen dikkat... Bu satırların yazarı olan Balçiçek Pamir, “başörtülü bir hanım” değildir... Tam aksine, “modern yaşam biçimi”ni tercih eden bir hanımdır!..
Ama, görüyorsunuz işte;
“Şahit olduğu 3 olay”dan dolayı, onun da tepesi atmış ve bu satırları yazmak zorunda kalmış!..
Şimdi, Ertuğrul özkök’e seslenmek istiyorum:
Gördün mü, kimmiş “uzlaşma” istemeyen?..
Gördün mü, kimmiş ülkeyi gerim gerim geren?
Gördün mü, kimmiş “normalleşme” düşmanı?
Diyeceğim şu:
Bu ülkeye ve bu ülkenin insanlarına “dindar”lardan hiçbir zarar gelmez!..
Bu ülkenin tek sorunu “laikçi”lerdir!..
Evet, “sorunlu laikçiler!”
Onun için, sen boşver “kadeh”i filan!..
Bizim ellerimize “kadeh” tutuşturmaya kalkacağına, şu “laikçi”lere seslen de; “nefretle dolu kalpleri”ne birazcık “insanlık” yerleştirsinler!..
çünkü onlar, “insanlık”larını kaybetmişler!..
“Hayvan”larla da “uzlaşma” olmaz ki!..
Devlet Bahçeli’nin teklifi
Biliyorsunuz, “üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması” yönündeki kanun teklifi, AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmişti...
Bunun hemen ardından harekete geçen Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya’nın, “AK Parti hakkında kapatma davası açtığını” da biliyorsunuz... O günlerde; Yalçınkaya’nın eğer “başörtüsü düzenlemesi” yapılmasaydı, kapatma dâvâsı açmayacağı yazılmış, söylenmişti!..
Ne garip ki; AK Parti’yi “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” olmakla suçlayanlardan bir kısmı, “MHP’li kurmaylar” olmuştu!..
Hem de “AK Parti ile birlikte hareket ettikleri” halde!..
Şimdi, “Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkileri”nin yeniden düzenlenmesi gündemde ya, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün demiş ki; “Siyasi partilerin kapatılarak hükmi şahsiyetlerinin cezalandırılması yerine bundan sorumlu olduğu tespit edilenlere cezai ve siyasi yaptırım uygulanmasını öngören önerimiz bugün de geçerliliğini korumaktadır.”
Bu sözleri okuyunca, “Vay uyanık vay” dedim... Adama bak; “parti” kapatılmayacak ama “kişi”ler cezalandırılacak!..
Peki ama, o kişi; “Başbakan” olursa ne olacak?!?..
“Vücut” yerinde duracak ama “baş” koparılacak, öyle mi?!?
Doğrusu, “Başbakan’dan kurtulmak” için çok iyi bir teklif!!!..





Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi