Saray Bayramları
“Iydiniz said, ömrünüz mezid olsun!” derlerdi eskiler, “bayramınız kutlu, ömrünüz bereketli olsun” anlamında.
Bayram kutlamalarında bile bir azamet vardı anlayacağınız. Ziyaretler, el öpmeler, harçlık vermeler hep bu azametin parçalarıydı ve bayramlar geleneksel bir sistem içinde kutlanırdı.
Tabii en şaşaalısı Osmanlı sarayında yaşanırdı.
Sarayda bayramlaşma belli bir formata, daha doğrusu protokole bağlıydı.
Kutlamanın devlet ciddiyetiyle bağdaşmasına büyük özen gösterilirdi. İşlerin tertipli ve düzenli bir şekilde yürümesi için her türlü tedbir önceden alınır, “Muayede-i Hümayun”un (Bayram merâsiminin) “Şer’-i Şerîf”e uygun olması ve Devlet-i Âliyye’nin şânına yaraşır bir biçimde yürütülmesi sağlanırdı.
Öyle ki, bayram töreni ile ilgili düzenlemeler, basit bir şekilde hazırlanmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nin ilk “Kânun-nâme”sinde dahî yerini almış; törenin ne şekilde yapılacağı ve merâsim heyetinin kimlerden oluşacağı titizlikle belirlenip kararlaştırılmıştı.
Hükümette yapılan merasime “Bâbıâli Muayedesi”, padişaha tebrik arzına ise “Rikâb-ı Hümâyun” ya da “Muayede-i Hümâyun” denirdi.
Bâbıâli Muayedesi (yani hükümet erkânının kendi aralarında bayramlaşması) bayrama dört gün kala sadrazamın şeyhülislâmı tebrike gitmesiyle başlar, devlet önderlerinin karşılıklı ziyaretleşmeleriyle arife gününe kadar sürerdi...
Arife günü ise “Arife Divanı” toplanırdı. Padişah da divana katılır, kutlamaları kabul ederdi.
Bayram sabahı, bayram namazından önce, vezirler, paşalar ve tüm üst düzey yöneticiler, yani, o günlerin deyişiyle, “ekâbir-i rical” (önemli insanlar) “Rikâb-ı Hümâyun Resmi” için (padişah hazretleri’ne tebriklerini arz etmek üzere merasim kıyafetlerini giyip sarayın yolunu tutarlardı.
“Muayede-i Hümâyun”, ya da “Rikab-ı Hümayun” merasimi, Osmanlı Devleti’nde cülûs (yeni bir padişahın tahta çıkması) merasimlerinde ancak görülebilen bir şatafatla gerçekleşirdi.
Daha sonra “ekâbir-i rical” padişahın arkasında bir “Bayram Alayı” oluşturur, Sultan Ahmed veya Ayasofya gibi büyük camilerden birine giderlerdi...
Namazdan sonra ise aynı düzenle Topkapı Sarayı’na dönülerek Kubbealtı’nda verilen ziyafette buluşurlardı…
Yemek sonrası padişahın bayramını tebrik faslı başlardı. Bayram tahtı kurulup bayramlaşma başladığı zaman, pâdişâha kim için ayağa kalkıp, kim için kalkmayacağı protokol görevlileri tarafından usûlünce hatırlatılır; kalkması gerektiği an protokol çavuşları hep bir ağızdan: “Hareket-i hümâyûn Pâdişâhum! Devletüñle biñ yaşa!” diye seslenir; tekrar oturması gerektiğinde de, yine koro halinde, “İstirâhat-i hümâyûn Pâdişâhum! Devletüñle biñ yaşa!” diye oturmasını hatırlatırlardı.
Tören boyunca kesintisiz olarak Mehter vurulur; Sarayburnu önüne getirilen Donanma-i Hümâyûn da ona eşlik eder, Mehter sesi kesilinceye kadar ard arda top atışında bulunurdu.
Bütün bunlar kurallarına uygun biçimde, önceden belirlenmiş usullere göre gerçekleştirilir, ardından yabancı devlet temsilcilerinin tebriklerine sıra gelirdi…
Padişahın büyükelçilerle birkaç kelimeden fazla konuşma âdeti yoktu…
Çünkü padişahla görüşmeleri hemen hemen hiç mümkün olmayan kimi devlet temsilcilerinin bayram tebrikini fırsat bilerek padişaha sırnaşmalarından çekinilirdi…
Resmi tebrikleşme faslından sonra padişah harem dairesine (sarayın kadınlara ait bölümü) geçer Başkadın Efendi’den (ilk eşi) başlayarak, harem sakinlerinin tebriklerini kabul eder, münasip armağanlarla gönüllerini ve dualarını alırdı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.