Bilerek Olmalı
Sıkışırlarsa “biz de Müslümanız” diyorlar. Ama ekliyorlar, “yaşam biçimimize kimseyi karıştırmayız. Hayat tarzımızda özgür olmak istiyoruz.”
Soruyorsunuz “Ya Allah? O da mı karışamaz?”
“Evet” diyorlar. “Yarattıysa yarattı. Tamam inanırız. Ama gökte otursun, artık ne bireysel hayatımıza, ne de devlet hayatımıza karışmasın.”
Önce hemen şunu söyleyelim, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Gökte de oturmaz. Sonra da şunu: böyle düşünenler asla Müslüman olamazlar. Kendilerini mü’min, Müslüman zannetmeleri sonucu değiştirmez. İster açar okurlar, ister açar telefonu sorarlar. “Alo fetva” hattı orda duruyor.
İnsan Allah Teâlâ’nın kuludur. Hakiki özgürlük ancak ona kulluk ile ele geçen bir devlettir. Sonra bu beden de bu hayat da bizim değildir. Öyle olsaydı her istediğimizi yer, içer, giyerdik, istediğimiz gibi davranabilir, hatta istediğimiz an intihar ederek kendimizi öldürebilirdik. Ama asla böyle değil işte…
Bir insan Allah'ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile Kur’an-ı Kerîm’in Allah kelamı, İslâm'ın onun hak dini, Hz. Muhammed'in de yine onun son hak peygamberi olduğuna iman ederse, artık o “Müslüman” adını alır. Ancak o zaman o, Allah Teâlâ’nın razı olduğu hak yola girmiş demektir.
Böyle bir insanın haliyle iman edeceği bir hakikat daha vardır; İslâm'a aykırı bütün yollar bâtıldır, geçersizdir, üstelik insanlara dünyaları için de âhiretleri için de bu zamana kadar asla bir hayır getirmemişlerdir, bundan sonra da getiremezler.
Bu söylediklerimizin ne kadar doğru ve geçerli olduğu hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve ikna edici açıklamalar, bizzat Kur’an’da yapılmıştır. Bu aziz kitapta iman, ibadet, hukuk ve ahlak için çok makul ve hikmetli deliller, gerekçeler, ispatlar verilmiştir. Aklı başında bir insanın biraz düşündükten sonra bu belgelere bir itirazı söz konusu olamaz.
Kur’an birçok yerdeki ifadelerinde Hz. Peygamber'e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah'ın lütfettiği hidayet sayesinde, dosdoğru hak yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını bildirmiştir. İnanç zaten zan ve tereddüdü kabul etmez, yakîn ister. Bu da herkesten önce Peygamberlerden beklenir. Zaten beklenen gibi de olmuştur. Uzun tevhid mücadelesi içinde. Peygamberlerin hayatı bunun açık ifadesidir.
Garip bir durum vardır; hem Araplar'ın hem de Yahudiler Ve Hıristîyanların sözde inandıkları İbrahim'in dinine sahip çıkma iddialarını görüyoruz. Oysa onun “hanif” dini, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dininden başkası değildir.
Müşrikler putlara taparlarken nasıl böyle bir iddiada bulunabilirler?
Yahudi ve Hristiyanların Tevrat ve İncil ile gönderilen dinleriyle alakaları ne kadardır? İşlerine geleni almış, istemediklerini atmışlardır.
Oysa Peygamber Efendimiz imanıyla, ibadetiyle, şeriatıyla ve ahlakıyla, kısacası ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah'a adadığını fiilen göstermiştir. Kur’an ortadadır ve Sevgili Peygamberimizin hayatı onunla uyum içindedir, asla çelişmez, ters düşmez. İşte onun örnek alınacak en büyük yanı da bu olsa gerektir.
Bir Müslümanın en büyük lideri, önderi, rehberi, mürşidi Peygamber Efendimizdir. Ne doğuda ne batıda, ne de kendi içimizde ona ters düşen birisini lider edinmek, insanı onun yolundan uzaklaştırır. Yan, dinden uzaklaştırır, mürted bir kafir eder.
O yüzden insanlar “biz de Müslümanız” diyorlarsa, bunu bilerek demelidirler. Yoksa adama sorarlar:
“Ciddi misin?”