Seçime İçimizden Tepkiler
Önce şu sözleri bir hatırlayalım:
“Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi cumhuriyet tarihi için bir dönüm noktasıdır. Din adına hiçbir çile çekmemiş, dini bir bütünlük halinde kavramadığı gibi dünü, evvelki günü de bilmez, dolayısıyla sağlıklı değerlendirme yapmaktan mahrum kimi yeni yetmeler bunu anlamaktan aciz olarak “Laik devlet kendisine bir başkan seçmiş. Bu da sevinilecek bir şey mi? Hem bizi ne ilgilendirir?” gibi saçma sapan sözler sarf etseler de biz bu olayı din ve devletin, aziz vatan ve milletin hayrına görerek çok seviniyor ve Allah Teâlâ’nın lütuf ve nimetine şükrediyoruz.”
Şimdi konuyu biraz açalım: Bizim mahalleden bazıları, geçmişte dedikleri gibi, galiba gelecekte de demeye devam edecekleri gibi şöyle diyorlar: “Laik devlete Cumhurbaşkanı seçmek sizi niye bu kadar ilgilendirdi? Niye bu kadar siyaset ve seçimle ilgileniyorsunuz?”
Bunu söyleyenleri iki grupta görüyoruz. Birisinin Ak Parti’den farkı yoktur ama davayı kendilerinin tekelinde görmektedirler. İhlas ve samimiyet sadece onlara mahsustur. Cihadı da ancak onlar yaparlar. Ak Parti dini ve dindarları savunamaz. Çünkü o düşmanla işbirliği içinde iktidar olmuştur ve onun iktidarı ancak İsrail ve ABD ye yarar.
İkinci grup da kısaca şöyle söylemektedir: “Laik devlette seçime katılmak da iktidar olmak da şirktir. Sizin bu seçimlerle ne işiniz olabilir?”
Bunların işi, hani mescitte oturup milletin getirdikleri ile beslenen beleşçilere hz. Ömer “siz kimsiniz?” diye sorduğunda, onların “biz mütevekkilleriz” demelerine benzer. Hz. Ömer onlara ne güzel cevap verir: “Siz mütevekkiller değil, müteekillersiniz!” yani “beleş lokma bekleyen, milletin malını yiyen zavallılarsınız.”
Niye mi böyleler?
Kısa keselim; arif olan anlasın. Zira arife tarif gerekmez, işaret yeter. Sen hiç yorulma, çalışma, çabalama, candan ve maldan fedakarlık yapma, ama birileri çabalar da bir zafer kazanılırsa gel baş köşeye otur. Olacak şey mi yani?
Bize göre olay şudur: Uzun ince bir yoldayız. Adım adım, aşama aşama ilerliyoruz. Kendi toplumumuzu yetiştirerek yürüyoruz. Davetimizi, devletimizi kabul edecek, yani Allah Teâlâ’nın iradesine teslim olacak birey ve toplumu inşa ede ede gidiyoruz.
Bu yürüyüşte devlet ve cemiyetin bize engel çıkarma yerine yardımcı olmasını sağlamak, aklına başında her Müslümanın isteyeceği bir durum olmalıdır. Şu hakikatin üstünde azıcık düşünseler, gerçeği görebilirler elbette: Gayr-i müslim Habeşistan’daki barış ve güvenli ortam, gayr-i müslim Mekke’de olsaydı, Sevgili Peygamberimizin (sav) hiç ashabını Habeşistan’a hicrete gönderir miydi?
Evet, tedricilik ilkesini gözetme ve günah olmadıkça daima işin kolay olanını tercih etme, bu dinin temel özelliklerindendir. Biz dahi, kendisine işkence edilmesinden zevk alan sadistlerden değiliz.
Şimdi bazıları haksız yere geçmişte yaptıkları ithamı yine yapacaklardır: “Siz denenmeden, sınanmadan, imtihansız, acı ve işkence çekmeden, cihad etmeden, hemen İslam toplumunu inşa ve İslam devletini kurabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
Haşa! Zaten bu Ankebut Suresi başında beyan edilen ilhî kanuna aykırıdır, bir Müslüman nasıl böyle bir iddiada bulunabilir? Siz hiç tanımadığınız kardeşleriniz için nasıl böyle bir su-i zanda bulunabilirsiniz?
Evet, eza, bela, işkence ve acı imtihanlar asla istenmez. Bu, Rabbe karşı bir cür’et ve saygısızlıktır. Kul haddini bilmeli, mekr-i ilahiden hazer etmelidir. Ancak bu uğurda eziyet, işkence, bela ve musibet, bir yerde ilahî imtihandır, insanı deneme ve sınama, her zaman olacak olağan işlerdendir. O zaman da sabır ile dayanma, direnme ve devam etmeden başka yapacak bir şey de yoktur. O da ayrı mevzu…
Biz irili ufaklı her nimete şükredelim, bu şükür, nimeti artırır. Nankörlük ederek şükrü terk etmeyelim. Bu da mahrumiyet sebebidir. O yüzden biz Medyen’de aç kalan yorgun Hz. Musa’nın dediğini diyoruz:
“Rabbim ihsan edeceğin her nimete çok muhtacım.”