Kardeşliği Korumak Gerek
Yıllar önce birbirimizi çok sevdiğimiz yakın bir dost grubumuz vardı. Onlardan çoğu öteye gitti. İçlerinden birisi tez canlı, duygularını çabuk duşa vuran birisi çok sevdiği diğer birisinden bir ihtiyacını karşılamasını ister. O da hangi sebeptendir biz bilemiyoruz, bu isteği karşılamaz.
Buna çok içerleyen dost, fakir dahil birkaç arkadaşına meseleyi açar ve üzüntülerini bildirir. Biz de ona teselli vermeye çalışırız, “elbet bir sebebi vardır, yoksa öyle yapmazdı” diyerek.
İşte böyle bir günün gecesinde yine hep beraber bir araya gelmiş sohbet ediyoruz. İçimizde çok güzel ilahiyi okuyan kardeşlerimiz de var. Herkes onlardan bir istek ile sevdiği ilahiyi okutmaya çalışırken, bizim incinen arkadaşımız da bir istek iletir. O isteği duyduğumuz zaman olayı bilen bizler gayri ihtiyari bir birimizin gözüne baktık ve uzunca bir sessizlik yaşadık. Bir tatsızlık yaşanmasın diye içimizden dua ediyorduk. Çünkü istek çok manidardı. Okuyucu kardeşimiz de “hemen efendim” diyerek başladı:
Kadir mevlam senden bir dileğim var,
Beni muhanete muhtacı eyleme.
Biz o gün çok korkmuştuk ama her iki tarafın da alınganlık yaparak üstüne alınmamasıyla o geceyi bir tatsızlık yaşamadan atlattık çok şükür. Fakat yıllar sonra, o isteğin neden kaynaklandığının farkında olmayan bir arkadaşımızın, yine hep beraber olduğumuz bir sohbette, ilahi okuyan kardeşimize "falan dostumuz şu ilahiyi çok sever, okur musunuz?" demesi ile ortalığa bir gülüşmedir gitti. Kimisi “o ilahi değil dostum, türküdür” diye gülüyordu, kimisi de mazide kalmış acı bir olayın nasıl bir mizaha dönüştüğüne... İhtimaldir ki bu türkünün neden bu kadar çok sevildiğini anlamayan kardeşimiz, tatlı ses ile türküyü icra etti.
Evet, ilk yaşadığımız zaman yüreklerimizi hoplatan bu türkü, şimdi tatlı bir hatıra olmuştu. Artık o bir mutluluk vesilesi, bir sevinç kaynağı idi. Düşündüm de, neden yıllar önce yüreklerimizi hoplatan olayları artık sevinç ve mutluluk kaynağı olaylar haline dönüştürmüyoruz? Bakın işte, biraz af, biraz hoşgörü, biraz sabır, biraz zaman, biraz şöyle biraz böyle, bu mümkün olabiliyormuş işte…
Şimdi tam da burada, bu müşahhas/somut üstüne bir çok güncel meseleyi örnekleyebiliriz, ama bir sebepten onu yapmayacak, sizin düşünce dünyanıza havale edeceğim.
Bu olay bana yıllar önce asr-ı saadette yaşanmış bir olayı hatırlattı. Ama gelecek yazıya bırakalım. Zira çok uzun yazı sıkıcı oluyor diye eleştiriler aldım. Yazılarım ortalama 400-450 kelime olsun isterken, şimdi bunu 100 kelime düşürmeye çalışıyorum.
“Gelecek yazıda inşallah” deyince, hep yorumcu kardeşlerimden sevgili Mehmet Salih aklıma geliyor. Bir sefer yine böyle demiştik, ama araya mecburi bir yazı girince, vadimizi yerine getirememiştik.
Sadece Mehmet Salih Bey, “hocam yazının devamını bekliyoruz” dedi. Biz ise hala yayınlayamadık.
Neden mi?
Yazıyı yanlışlıkla silmişiz. Geri getirecek kadar bilgisayar bilgimiz de yok. Yazı öylece gitti maalesef. Şimdi boğazımda bir kılçık gibi duran kardeşimizin o sorusunu cevaplandırmakla rahatladım çok şükür.