M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Dine Hizmet Perdesi Ardında Dini Yıkmak

Dine Hizmet Perdesi Ardında Dini Yıkmak

Dıştaki ve içteki derin güçler dinde reform, yenilik ve değişim yapılması için karar almışlar ve birilerini bu işle vazifelendirmişlerdir.
İslam dini Allahın dinidir. Allah yanılmaz. Binaenaleyh İslamın temel, zarurî, esasa ait hükümlerini beğenmeyip değiştirmeye kalkmak dolaylı şekilde dini inkar olur.

Türkiyede varlığını ve gücünü hâlâ sürdüren Derin devlet kesinlikle dinde reform istemektedir.

Ehl-i Sünnet İslamlığının yerine Fazlurrahman dinini getirmek istiyorlar.

Bunu açıkça yapamayacaklarını bildikleri için sinsice çalışıyor, taqiyye ve kitman yapıyorlar.

Bu konuda çok kalabalık kadrolar kurmuşlardır.

Hizmetlerinde ordu kadar Mutezilî bulunmaktadır.

O kadar cesur ve pervasızdırlar ki, hadîsleri bile AB norm ve standartlarına göre ayıklamışlardır.

Dinde reform için Feminist kadınları çalıştırıyorlar.

Avrupanın, ABD’nin, İsrailin istemediği İslam hükümlerini sinsice tasfiye etmekte, elemektedirler.

Cihad bunlardan biridir.

Şeriatsız bir İslam türetmek için gece gündüz faaliyet gösteriyorlar.

Halkı dünyevileştirmeğe çalışıyorlar.

İslamın riba=faiz yasağını delmişlerdir.

Sağlam Ehl-i Sünnet kültürüne sahip olmayan halk durumun farkında değildir.

İslamın ana sütunu olan namazı yıkmak için şeytanın bile hatırına gelmeyen planları, hileleri, düzenleri vardır.

Mihraplarda namaz kıldırma memurları…

Ümmet birliğini yıkmışlar, onun yerine İslamcılıklar Protestanlığı kaos ve anarşisini getirmişlerdir.

1950’lerdeki, 60’lardaki Ümmet şuuru yitirilmiştir.

Bugünkü bağımsız Baronluklar sistemi, Ehl-i Sünnetteki tek Ümmet birliğinin zıddıdır.

İslam tarihinde görülmemiş bir din istismarı=sömürüsü görülmektedir.

Ümmet birliği yokluğundan istifade ederek dinî bir cemaat sivil darbe teşebbüsüne bile girişebilmiştir.

Ehl-i Sünnet Müslümanları o kadar pasif hale getirilmiştir ki, bunca hürriyet olmasına rağmen İslam medreselerinin, tasavvuf dergahlarının, Ayasofyanın tekrar açılmasını bile talep etmiyor.

On milyonlarca Müslüman dedikoduların, entrikaların, dinî magazinlerin bağımlısı yapılmıştır.

Dinî ilimler, dinî hizmetler bazıları tarafından büyük ölçüde ticaret, zenginleşme, şahsî veya siyasî prestij edinme aleti ve vasıtası haline getirilmiştir.

Kur’anın azgınlık dediği büyük günahlar, pislikler ve isyanlar tufan halini almıştır.

Zina serbest bırakılmıştır.

Riba yaygın hale gelmiş ve fütursuzca alınıp verilir olmuştur.

İsraf ve sefahat korkunç boyutlara varmıştır.

Mâruf ile emr ve münkerden nehy farizası sanki tâtil edilmiştir.

Sapıklık, gaflet ve şaşkınlık o dereceye varmıştır ki, bozuk düzen iyi görülmekte, islamî sanılmaktadır.

Tashih-i itikad, namazın ikamesi, farzların cemaatle kılınması, İslam ahlakının hakim olması için gerekli ve yeterli faaliyetler ve propaganda yapılmamaktadır.

Bütün bu anlattıklarım tesadüfen, kendi kendine olmuş şeyler değildir.

Ehl-i Sünneti yıkmak için planlı, programlı çalışılmaktadır.

Dine hizmet perdesi altında din tahripçiliği yapılmaktadır.

Kendini dindar sanan milyonlarca Sünnî Müslüman ayda bir kere bile sabah namazına camiye gitmemektedir.

Sabahleyin camideki cemaat sadece on kişi ama imamın önünde iki mikrofon var. Biri sabit, biri yakasına mandalla iliştirilmiş seyyar mikrofon.

Son Cemaat-İktidar savaşı Müslümanların esef verici durumunu ortaya çıkardı.

Vehhabiler-Selefiler bir Halife seçtiler ama Sünnî Müslümanların lügatinde ve gündeminde Hilafet, Halife diye bir madde yok.

Yazık yazık yazık!.. On beşinci hicrî asır Müslümanlarının bir Salahaddinleri yok… Bir Şeyh Şâmilleri yok…

Ayakta uyutulmaya çalışılan Sünnî çoğunluk inşaallah uyanmakta çok geç kalmaz.

1912’de iç çekişmeler, siyaset fırtınaları, çoğu boş ve faydasız tartışmalar, hizipçilikler içindeki Osmanlı Müslümanları yaklaşan Balkan harbini görememiş, onun için hazırlanmamış, gerekli tedbirleri almamış ve imparatorluğun en kıymetli kısmı Rumeliyi birkaç hafta içinde kaybetmişti. Galip devletler arasında ihtilaf çıkmamış olsaydı, Edirneyi bile geri alamamış olacaktık.

(İkinci yazı)

İngilterede 85 Şeriat Mahkemesi

İinternetten /Islamic Courts in United Kingdom/ kelimeleriyle ararsanız önünüze bir yığın haber ve bilgi çıkacaktır.

İngilteredeki Şeriat mahkemelerinin sayısı 85’e çıkmış bulunuyor.

Bu mahkemeler daha çok özel hukuk sahasındaki nizalarda karar veriyor. Ceza hukuku konusunda yaptırım salahiyetleri yok.

Bundan altı yıl önce millî Anglikan kilisesinin başındaki Canterbury başpiskopusu İslam hukukunun göz ardı edilemeyeceği konusunda bir beyanda bulunmuştu. Ülke yargı teşkilatının başında bulunan en büyük hâkim lord Phillips of Worth Matravers de, bu konuda açık konuşmuş, isteyen Müslümanın Şeriat hukukunu tercih edebileceğini söylemişti.

Bu mahkemelerin dinsiz Müslümanlar arasında hayli karşıtı var.

Aşırı milliyetçi İngilizler, Haçlı ruhunu taşıyanlar, baskıcı Siyonistler de ver yansın ediyor.

Lakin Şeriat mahkemeleri var, çalışıyor ve karar veriyor.

İngilterede laiklik yok.

Laiklik olan Fransa’da ise böyle bir şey düşünülemez.

Laik, seküler, çağdaş, Kemalist Türkiyede böyle bir şey düşünülebilir mi?

Bizdeki Diyanet Başkanının, Canterbury Başpiskoposu gibi Şeriat hukuku lehinde bir beyanda bulunması mümkün müdür. İngiltere’de Şeriat mahkemelerinde kadılık=hakimlik yapacak icazetli ulema ve fukaha var. Türkiyede yeterli sayıda var mı?

Bizdeki Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay İngiliz lordu ve hakimi gibi Şeriat mahkemelerine yeşil ışık yakar mı?

Farz edelim ki, bizde de dinî mahkemeler kuruldu ve isteyenler onlara müracaat etti. Hakimler dört Sünnî mezhebin fıkhını uygulamazlarsa ne olacak?

Fazlurrahman veya Mutezile mezhebinden biri hakim olursa Kur’ana, Sünnete Şeriata göre âdil kararlar verebilir mi?

Dinimizde teravih namazı yoktur, oruç tutanlar güneş doğuncaya kadar sahur yiyebilir diyen akla ziyan ilahiyatçılarımız bile var.

Türkiye İngiltere değil…

29.08.2014

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi