Ya bir işe kalkışma... Ya da arkasında dur!
Her zaman söylerim... “Ağızdan çıkan söz” derim, “namludan çıkan kurşun gibi”dir... “Geri dönüşü mümkün değil”dir... İşte bunun içindir ki, atalarımız; “Bin düşün, bir söyle” demişlerdir... Bir de şöyle demişlerdir: “Ağızdan çıkmayan söz, senin esirin... Ağızdan çıkan sözün ise, sen esirisin”... Ağızdan çıkan söz, işte bu kadar önemlidir... Sadece “söz” değil, insanın “eylem”leri de aynı önemdedir... İnsan, herhangi bir “iş” yaparken veya herhangi bir “tavır” sergilerken, mutlaka ama mutlaka “yarını” da düşünmelidir... çünkü, yarın bir “Molla Kasım” çıkar ortaya ve hesap sorabilir...
İşte o hesap sorulduğunda “verilecek bir cevap” olmalıdır... Kendisini savunabildiği ve haklılığını kanıtlayabildiği bir cevap... Eğer böyle bir cevabı yoksa, yani kendini savunamayacaksa; en azından “Yaptığım yanlıştı... özür dilerim” diyebilme erdemini gösterebilmelidir.
Demek istediğim şu:
İnsan, “ağzından çıkan bir söz”ün veya yaptığı bir işin, “her zaman arkasında durabilmeli”dir!..
Arkasında duramayacağı bir eylem veya söylemde bulunmamalıdır!..
Bir insan; “eylem veya söylem”inin üzerinden yıllar geçtikten sonra bile, “Sözümün arkasındayım” veya “Yaptığım doğruydu” diyebiliyorsa, o insanı alnından öperim... Ama, “şartlar değiştiği” için “kıvırmaya” veya “kıvranmaya” başlıyorsa, hele de “özür” de dilemiyorsa; böyle bir insanın, benim nazarımda hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur!..
Konumu ne olursa olsun, böyle bir insan, benim gözümde bir “hiç”tir!..
çünkü “tutarsız”dır, çünkü “omurgasız”dır!..
İnsan dediğin “dik” durabilmelidir!..
üLKü ADATEPE İçİN NE YAZMIŞTIM?
Bu uzun girizgâhtan sonra, gündemdeki iki olaya değinmek istiyorum.
Birincisi;
“Atatürk’ün manevî kızı ülkü”nün yaptığı 2. evlilik!”
İkincisi de;
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Ali Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün söylem ve eylemleri!..
Birinci konu, yani “Atatürk’ün manevî kızı ülkü’nün ikinci evliliği” malûm...
Bu konuda, geçtiğimiz Salı günü bir yazı yazmış ve “ülkü’nün kocasını aldattığını” ifade etmiştim...
İzninizle, o satırları tekrarlıyorum:
“Haber”lerin veriliş şeklinden ve yapılan “yorum”lardan da anlaşılacağı üzere; “ülkü”ye yönelik tepkiler, “aşık olduğu adam”dan dolayı değildi!..
öyle ya; “gönül”dü bu!..
“Ota da konar, boka da konar”dı!..
Tepkiler, onun, bir “Yahudi” ile evlenmesinden ziyade; “kocasını bir Yahudi ile aldatması”naydı!..
Herhalde hatırlarsınız...
Şu anda bir televizyon kanalında sunuculuk yapan Pınar Altuğ da öyle yapmıştı ya!.. “Kocası askerde” iken “evine erkek almış” ve onunla yaşamıştı ya!..
Kısacası, “askerdeki kocasını Tony Theodorakis adlı bir yabancı ile “aldatmıştı” ya; toplumun asıl tepkisi bunaydı!..
İşte, o yıllarda “ülkü”nün yaptığı da buydu...
Hem “evli”ydi, hem “2 çocuk annesi”ydi ve hem de bir Yahudi ile “aşna-fişne” yapıyordu!..
üstelik, bunu yapan kadın, “Atatürk’ün manevî kızı” gibi bir sıfat taşıyordu üzerinde!..
“Sembol” bir isimdi!..
Ama işte, “ahlâksızlığın da sembolü”ydü!..
O günkü gazeteler endişe etmekte haklıydı...
öyle ya; “Atatürk’ün manevi kızı” olan bir kadın “Yahudi ile evlenir” ise, onu örnek alan diğer genç kızlar ne yapmazdı ki?!?..
Nitekim, daha sonraki yıllarda Pınar Altuğ gibi, “Atatürkçü kızlar” ortaya çıkmış ve hem “yabancı” ile kırıştırmış, hem de “kocalarını aldatmışlar”dı!..
KOCAYI ALDATMAK, DAHA BAŞKA NASIL OLUR?
Evet, bunları söylemiş ve “ülkü’nün ikinci evliliği”ne yönelik “toplum tepkisi”nin, “Yahudi bir gençle evlenmesi”ne değil, “kocasını aldatmasına” olduğunu yazmıştım!..
“Gerçek” de buydu...
çünkü ülkü Hanım, “Yahudi Yeşua Bensusen’in cazibesine kapıldığı” ve dolayısıyla “onunla evlenmeye karar verdiğinde”, daha doğrusu “evlilik hazırlıkları” yaptığında, hem “üsteğmen Fethi Doğançay ile evli” ve hem de “iki çocuk annesi” bir kadındı!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Evli” ve üstelik de “iki çocuk annesi” bir kadının, “bir başka erkek” ile “ilişki” içine girmesi; “kocasını aldatmak” değil de, nedir?!?..
Lâfı kıçından anlayan Vatan gazetesi, 27 Ağustos günü benim bu yazımı haber yapmış...
Haberin başlığını da şöyle atmışlar: “46 yıl önceki evlilik üzerinden şovenizm ve hakaret”
Haberin spotunda da şöyle demişler:
“Atatürk’ün manevî kızı ülkü Adatepe’nin 46 yıl önce Musevî bir vatandaşla evliliğine Vakit Gazetesi yazarı Hasan Karakaya çirkin bir şekilde baktı: Kocasını bir yabancıyla aldattı.”
Dahasını da yapmışlar...
Bugün 66 yaşında olması gereken ülkü Adatepe ile de görüşmüşler ve ondan demeç almışlar!..
ülkü Adatepe demiş ki;
“Benim, çocuklarımın babası olan Fethi Doğançay’ı, yani eski eşimi aldattığım, koca bir yalan.”
Benim yazdıklarım yalan ise, Rıfat N. Bali’nin Toplumsal Tarih dergisinde şu yazdıkları da mı yalan?!?..
Buyurun, o ifadeleri yeniden okuyalım:
“...Daha sonra İstanbul’a dönen Yeşua Bensusen, babasıyla birlikte ticaret yapmaya başlayacak, Nişantaşı ve Şişli sosyetesinde yakışıklılığıyla tanınacaktı.Fethi Doğançay ile evli olan iki çocuk annesi ülkü Hanım, Yeşua Bey ile 1962 yılının Şubat ayında tanışacak, cazibesine kapılacak ve onunla evlenmeye karar verecekti.Yeşua Bensusen’in ailesi de, ülkü Hanım’ın boşanmaya karar vermesi ve kararını yerine getirmesiyle bu izdivaca itiraz etmeyecekti.”
Zaten “Türkçe” olan bu satırların “Türkçesi” şudur: Nişantaşı ve Şişli sosyetesinde “yakışıklılığı” ile tanınan Yeşua Bensusen’in “cazibe”sine kapılıp, onunla “evlenmeye” karar veren ülkü Hanım, o an hem “evli”dir, hem de “2 çocuk annesi”dir!..
Buna rağmen Yeşua Bensusen ile “ilişki” halindedir... Onunla “evlenmek” istemektedir...
Ki, Bensusen’in ailesi; “Eğer kocandan boşanırsan bu izdivaca itiraz etmeyiz” diyerek, ülkü Hanım’ın o sıralar “evli” olduğunu tescillemektedir!..
Peki, “evli” ve üstelik “2 çocuklu” bir kadının, “bir başka erkek ile ilişki” halinde olması “aldatmak” değilse, nedir aldatmak?!?..
Sorunun cevabını Vatan’cılar versin...
ülkü Adatepe’ye gelince;
Ya, “O gün büyük bir hata yaptım, özür dilerim” desin, ya da sussun!..
çünkü, o gün yaptığı işin tek adı var:
“Kocasını aldatmak!”
Benim itirazım “evliliğe” değil, işte bu “aldatma”ya!..
Hâlâ sözümün arkasındayım...
FERDA PAKSüT’üN çARPITMA çABASI!
Bu olaya şöyle bir değinip geçecektim...
Ancak, “lâfı kıçından anlayanlar” da iyice kavrasın diye, biraz uzattım... Bu mevzuyu kapattığımıza göre; şimdi de “güncel bir örnek” verelim...
Olay malûm... “Ergenekon Terör örgütü”yle ilgili soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya öz’ün çağrısı üzerine İzmir/çeşme’deki tatilini yarıda kesip Ankara’ya dönen Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Ali Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, dün Savcı’ya “5.5 saat” süreyle, 37 sayfalık bir ifade verdi...
İfade öncesi, yani önceki gün gazetecilere açıklama yapan Ferda Hanım, “Ergenekon’la ilişkileri”ni anlatmak veya yalanlamak yerine “olayı çarpıtmayı” tercih edip, demiş ki;
“Asıl hedef; Anayasa Mahkemesi Başkanvekili olan eşimi istifaya zorlamaktır!..
Beyefendi istifa ettiği takdirde, Cumhurbaşkanı, istediği adamı seçer!..
Beyefendinin kontenjanı altın değerindedir!”
Biliyorum, siz de benim gibi düşünüp;
“Bu sözlerin, ifadeye çağrılma sebebiyle ne ilgisi var?” diye soruyorsunuz...
Ama, durun... Dahası da var...
Hanımefendi demiş ki;
“Turhan çömez ile ailecek görüşürüz... Hastane yapımında, Bağdat’ta birlikte hareket ettik... Benimle konuşmalarında kanki, dost, ahbap değiliz Turhan çömez ile... Beyefendi, hukuk için çalışan bir insan...”
O YEMEKTE çöMEZ’İN İŞİ NE?
Lütfen dikkat;
Hanımefendi, “AK Parti’nin parçalanması” için girişimlerde bulunan ve şu anda da “Ergenekon Terör örgütü zanlısı” olarak “aranan” Turhan çömez ile “kanki, dost veya ahbap” değillermiş!..
Peki, bu “nasıl bir ilişki” biçimidir ki; Turhan çömez’e, “ucu açık bir davet”te bulunup, şöyle diyebiliyor;
“Gecenin ikisi bile olsa ara, olanları anlatayım!”
Peki, “olanlar” ne?..
Herhalde yaptığı “fırında sütlaç” veya “imam bayıldı”yı anlatmayacak!.. Belli ki, “AK Parti hakkında açılan kapatma dâvâsı”yla ilgili gelişmeleri anlatacak!..
çünkü, Turhan çömez’in “ilgi alanı”ndaki tek konu, AK Parti hakkında açılan dâvâ!..
Hem, Turhan çömez ile madem “kanki, dost veya ahbap” değilsiniz, sormazlar mı adam, pardon madama;
“O yemekte, Turhan çömez’in işi ne?!?”
12 Mayıs 2008’de yenilen bu “yemek”le ilgili olarak 18 Mayıs 2008’de özetle demişim ki;
“Yemeğin yenildiği” mekân Kavaklıdere Tenis Kulübü’dür... Orada “aynı saatlarde yemek yiyenler” de; Fatih çekirge’dir, Saygı öztürk’tür, Emin çölaşan’dır!..
“Basit” ve “önemsiz” görülebilecek bu yemeği “önemli” kılan olay; o anda Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün de “aynı çatı altında” ve de “eşiyle birlikte” yemek yemesidir!..
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün “eşi” ile birlikte, hem de “gazeteciler”in de olduğu bir mekânda, “Turhan çömez ile baş başa yemek yemesi”ni nasıl yorumlamalı?..
öyle ya;
“Diken üstünde” olacak kadar “hassas” olan pek sayın üyeler; “AK Parti’ye yakınlığı” olanlar ile görüşmeme titizliği kadar, “AK Parti’ye düşmanlığı” olanlarla da görüşmeme hassasiyetini göstermeli değil mi?..
O halde, Turhan çömez’le niye görüştüler?..
En önemlisi de, neyi görüştüler?..
O YEMEĞİ AçIKLA, O YEMEĞİ!
Evet, o gün bunları yazmışım...
O günden bu yana, bu soruya cevap alamadım...
Gerçekten de “önemli bir soru” değil mi;
çünkü o yemek, bir “eş-dost sohbeti” değil, “siyasî buluşma”ydı!..
O yemekte; Ferda Hanım veya Osman Bey; çömez’e “olanları” anlatmış olmalı ki, Turhan çömez, hemen ertesi günü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile görüşüp, “durum değerlendirmesi” yapmıştı!..
Şimdi, bütün bunlar olup-biterken; hâlâ “özel hayatın gizliliği”nden söz etmek mümkün mü?..
çünkü, tüm görüşme ve konuşmalar “AK Parti’nin başına çorap örme” üzerine!..
Dolayısıyla, Ferda Hanım’dan beklenen, “ortalığı velveleye vermek” veya “olayı çarpıtmak” değil, “eylem ve söylemlerine izah getirmek”tir!..
Evet; “yaptığının arkasında durmak”tır!..
Ya da, “özür” dilemektir!..
Hem “Bizans entrikaları”nın tam göbeğinde olacak, hem de, “Asıl hedef eşimdir” diyerek, olayı çarpıtacaksın!..
Yazının en başında dedim ya;
“Bir insan; ileride savunamayacağı bir davranışı ya hiç sergilememeli, ya da o davranışın arkasında durmalıdır!”
çünkü efendim;
“Akşam yenilen hurmalar,
Sabahleyin insanı tırmalar!”
Şekil 1 A’da görüldüğü gibi!..