Ankara’nın romanı, romanın Ankarası!
Günün aktüalitesi geçmişi unutturmamalı. Zaman zaman geçmişe bakmak gerekiyor. Hele de bugüne yansıyan, sonuçları bugünü etkileyen bir dönem sözkonusu ise...
80 yıl önce, 1934’te 2. Dil Kurultayı yapılmış ve Dil Devrimi ete kemiğe büründürülmüştü. Uygulama gazeteler kullanılarak hayata geçirildi. Kelimeler yasaklandı, yerine konulan, uydurulan kelimelerle yazılması için Cumhurreisi buyruk yayınladı...
Aynı yıl, “Mûsıkî inkılabı” furyası vardı... Türk Mûsıkîsinin radyolarda yasaklanması, öğretim kurumlarının kapatılması yetmemiş, düğünlerde bile icrasının yasaklanması konuşuluyordu...
Bugünümüzde bu “devrimler”in izi yok mu? Kültürümüzde derin tahribata yol açan hangi “devrim”le gerçek mânasıyla hesaplaşabildik?
Ya soyadlarımız? Dedelerimizin soyadı yoktu, aile adları vardı. Şahıslar isimlerinden sonra babalarının isimlerini soyadı gibi kullanırdı. 1934 haziranında soyadı kanunu çıkarıldı, 1935 başında uygulaması zorunlu hale getirildi. Soy adı olarak aile isimlerininin alınmasına müsade edildi mi peki?
Hayır! Nüfus müdürlüklerinde listeler vardı. O listelerden seçme yapılabiliyordu. Tabii daha önce seçilmiş adlar alınamıyordu! Soyadlarımızdaki saçmalıkların, tuhaflıkların sebebi ortada!
Rejimin devletçiliğe yöneldiği bu devirde, Vedat Nedim, Şevket Süreyya, İsmail Hüsrev, Burhan Asaf gibi tövbekâr bazı komünistlerle Reisicumhur sofrasının müdavimlerinden yazar ve milletvekili Yakup Kadri Kadro isimli bir dergi yayınlamaya başladılar. Derginin sahibi Yakub Kadri idi.
Kadro 1930’daki Serbest Fırka denemesinden sonra, ikinci zemin yoklama hamlesidir. Gazi Paşa, Serbest Fırka’yı kurdurmuş, siyaset zeminini yoklamış, pabucun pahalı olduğunu görmüş ve üç ay sonra kurucusu partiyi kapatmış ve kapanıştan 3 ay sonra da yurtdışındaki yeni görev yerine, Londra’ya gönderilmişti...
Kadro’nun yayınına fikir zeminini yoklamak için izin verildiğini tahmin edebiliriz. Kadro yayına başlamasından itibaren belirli çevrelerin eleştirilerine maruz kalmış, 3. Yılın ortalarında fikir zemininin de siyaset zemini gibi akışkan olduğu görülmüş olmalı ki, Lider ideolojinin fikir adamları eliyle oluşturulması denemesine son vermiştir.
Derginin sahibi Yakup Kadri işte bu müşkil mevkide, Arnavutluğa elçi olarak gönderilmiştir. Yaban romanıyla büyük şöhret kazanan Yakub Kadri, Lider nezdinde Dergi’nin uyandırdığı kötü havayı dağıtmak, sadakatını ifade etmek için Ankara romanını kaleme almıştır. Kitabın ilk baskısı seksen yıl önce 1934 yılında yapılmıştır.
Ankara’nın lidere sadakat ifadesi olarak yazılmasının çok fazla işe yaramadığını, Yakup Kadri’nin hayatının bundan sonraki akışından çıkarabiliriz. 1935’te Prag’a, 1939’da Lahey’e ve1942’de Bern’e tayin edilir. Atatürk döneminde merkeze dönemediği gibi, İnönü tarafından da millet vekili filan yapılıp Ankara’ya döndürülmez. Paşa onu, 1949’da batıdan doğuya gönderir, Tahran büyükelçisi yapar. Demokratlar da Bern’e döndürürler. 1955’te Bern sefirliğinden emekli olur.
Ankara’da üç devir anlatılmaktadır bu romanda. Birinci devir, Millî Mücadele dönemidir. Selma Hanım işgal İstanbul’undan kocası bankacı Nazif Bey ile Ankara’ya gelir. Hacettepe’nin Taceddin mahallesinde bir ev tutarlar. Ankara, İstanbullular için pek yaşanılası bir yer değildir. Savaşın yoklukları, mahrumiyetleri de hayatı güçleştirmektedir. Buna rağmen Kuva-yı Milliye ruhu herkesi kuşatmaktadır. Selma, Ankara’nın fakir muhitinde iken, bir meb’usun o zamanlar Ankara’nın bağ semti olan Etlik’teki evinde farklı bir atmosferle karşılaşır. Burada bir süre sonra ikinci kocası olacak, binbaşı Hakkı Bey’le tanışır. Selma hanım idealizmini yaralı askerleri tedavi maksadıyla hemşirelik yaparak gösterir. Bu arada asker, ama bir “salon adamı” olan Hakkı Bey’le at gezintileri yaparlar. Selma hanım Hakkı beyin azmine, iradesine hayran olmuştur.
Romanın ikinci bölümünde savaş sonrası Ankara anlatılır... Selma Hanım artık Taceddin mahallesinde değil, Yenişehir’dedir. Yeni kocası Hakkı Bey, albaylıktan emekli olmuştur ve bir şirketin idare meclisi başkanıdır. O yılların Ankara’sı Millî Mücadele kadrolarının iktidarla ve para ile imtihanlarının ibret sahnesidir. Selma’nın bir zamanlar hayran olduğu Hakkı Bey, işte bu ibret sahnesinin aktörlerindendir. Millî Mücadele’deki Batı zıddiyeti zaferden sonra batı hayranlığına dönüşmüştür. Kurtarıcılar balolarla, eğlencelerle gününü gün etmektedir. Yeni bir zengin sınıf türemektedir. Selma Hanım bir müddet sonra bunalıma girer. Kocasının yabancı bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenir. Taceddin mahallesindeki günlerini özler...
Tarihe paralel giden romanın esasen burada bitmesi gerekir. Fakat Tiran sürgünü Yakub Kadri Büyük Şef’e bağlılığını asıl üçüncü bölümde gösterecektir. 3. Bölüm 1937’de başlar, 47’ye kadar sürer...Belki de romanın asıl yazılış sebebi bu bölümdür.
Millî Mücadele kadrosu iktidarı ele geçirmiş, fakat ideal olanı gerçekleştirememiştir. 1937’den sonra inkılâbın ideal Ankara’sını yazar tahayyül eder. Her şey inkılap idealizmi çerçevesinde tıkır tıkır işler. Selma Hanım üçüncü kocası yazar, gazeteci Neşet Sabit’le mutlu bir idealist olarak koşuşturup durur... Roman, Cumhuriyet’in yirminci kuruluş yıldönümü tasvirleriyle biter... “Ankara isimli bu romanın Ankara neresindedir?”, denilirse “ancak birinci kısmında, o da kısmen” diyebiliriz. İkinci bölümde, gerçek Ankara’ya sırt dönülmüş, mabedsiz fakat rüşvetli, oyunlu eğlenceli, balolu Yenişehir vardır. Millî Mücadele idealistlerinin kurdukları şehir budur, yaşadıkları hayat da bu!
Üçüncü bölümün Ankara ile bu kadar dahi ilişkisi yoktur. Artık Ankara bir ütopyadır, hayal ülkesidir. Fakat bu hayal ülkesi, mevcut bir lidere (belki de bir buçuk demeliyiz, İnönü de ihmal edilmez çünkü) ve onun inkılâplarına ve kurumlarına göre çizilmektedir. Bir romancı için ütopya tahayyülünü sınırlayan ve hatta engelleyen bir durumdur bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.