Türkiye Barolar Birliği doğru söylemiş!
Yeni kuşak bilmez ama biz unutmadık. “12 Eylül Cuntası”nın üniversitelerde başlattığı başörtüsü yasağını “28 Şubat Cuntası”nın vardırdığı boyutu biliyorsunuz. “Tüm kamusal alanda başörtüsü tümüyle yasak”lanmıştı.
O kara günlerin ne denli “kara” olduğuna dair en çarpıcı örnek, “kamusal alan sayılarak sokaklarda, parklarda bile başörtüsünün yasaklanabileceği”ne dair -sözüm ona-“hukukçu” görüşüydü. Nitekim zamanın YÖK Başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü Erdoğan Teziç’e göre, bir parkta veya sokakta, polis kimlik kontrolü yaptığında tesettürlü bir kişiyi “giysisinden ötürü tanıyamıyorum” derse, orası “kamusal alan”a dönüşüverirdi ve başörtüsü bağlanamazdı. Teziç’e göre, “bir devlet faaliyetinin yapıldığı alanda, bireyler, inançlarına dayalı hususları dışlaştıramazlar”dı.
Ne günler gördük biz, nerelerden nerelere geldik!
Şimdi, Ak Parti Hükümeti, kimi aksaklıklar olsa da, başörtüsü sorununu büyük oranda çözdü. Hem de Erdoğan’ın zamanında çokça söylediği ve benim o zamanlar çok kızdığım, ama“taktik/stratejik önemi”ni sonraları anladığım bir yöntemle: “Kurumların ittifakı” ile...
En son düzenlemeyle yeni bir aşamaya daha geçildi. Artık kim isterse, ortaokul birinci sınıftan itibaren başını örtebilecek.
Ancak işte bu noktada “İslam düşmanları”nın, “inanç ve inancını yaşama özgürlüğü karşıtları”nın yeniden vaveylaya başladığını görüyoruz. Yok, 9 yaşında bir kızın başı örtülür müymüş, yok bu gidişle ana rahmindeki bebeklere de başörtüsü takılacakmış gibi zırvalarla ortalığı pisletmeye başladılar.
Buna karşı en güzel cevabı, Doğru Haber Gazetesi Yayın yönetmeni Mehmet Göktaş Hoca verdi: “Kundaktaki bebeklerimizi de örteriz, sizi ne ilgilendirir?” Öyle ya, sizi ne ilgilendirir müslümanın çocuğunun başındaki örtü? Kaldı ki, hiçbir müslümanın, böyle absürd bir işe kalkışacağını da sanmıyoruz.
İşte bu noktada, “başörtüsü özgürlüğüne en esaslı karşı duruş”u Türkiye Barolar Birliği (TBB) dile getirdi. Ortaokul birinci sınıftan itibaren isteyenin başını örtebileceğine dair yönetmelik değişikliği üzerine bir açıklama yapan TBB, “Yapılan, Mecelle’ye çok hızlı bir dönüştür; Mecelle’nin kızlarda buluğ yaşını ‘tam dokuz’ olarak kabul eden 986. maddesini fiilen yürürlüğe sokmaktır” dedi.
Keşke öyle olsa... Keşke İsviçre’den kopya edilen ve aynı mantalite üzerine yenilenen“Medeni Kanun”dan, “İslam Hukuku”na dayanan Mecelle’ye geçilse... Ama böyle olmadığı halde TBB buna içerliyor ve devamında, bir sürü ıvır-zıvırdan söz ettikten sonra, sözü asıl noktaya getiriyor:
“Bunların özgürlük olduğunu kabul etmek; Cumhuriyet’in temelindeki devrim felsefesini görmezden gelmek, teokratik düzenden laik düzene geçişi sorgulamak, Atatürk devriminin kadını çarşaftan çıkarıp sosyal hayata soktuğunu unutmaktır.”
Gördünüz mü? Başörtüsü özgürlüğü;
1- Cumhuriyet devrimlerini ve temelindeki felsefeyi sorgulamak demekmiş.
2- Laik düzene karşı çıkmak, Laik düzene geçişi sorgulamak demekmiş.
3- M.Kemal’in devrilerine karşı çıkmak demekmiş.
Yapılanın bu nitelikleri haiz olduğunu düşünmüyorum, ama ne yalan söyleyeyim, eğer öyleyse de bence bir sakıncası yok!
TBB, nihayet bamteline vuruyor:
“Anayasa’da laiklik ilkesi durdukça, devrim kanunları korundukça bütün bunların özgürlükle açıklanması olanaksızdır.”
Bak, işte buna katılıyorum. TBB doğru söylemiş. Çünkü, bu ülkede İslam’ı toplum ve devlet hayatından cebren, zorla, baskıyla, zulmün her türüyle söküp atan, “Kemalist Devrimler” ve bu devrimlerin esas oğlanı olan “Laiklik”tir. “İnanç”ı bireyin vicdanına hapsedip, orada nasıl duracağını, nasıl taşınacağını belirleyen de “Laiklik” ve “Devrim Yasaları”dır.
Bu hakikatler ışığında diyebiliriz ki:
TBB’nin açıklamasında dendiği gibi, “Kemalist Devrim Yasaları” ve “Laiklik” anayasal bağlayıcılık makamında durdukça, müslümana rahat da yok, huzur da yok; hak da, hukuk da, özgürlük de yok! Çünkü bunların esas işlevi özgürlüğü sağlamak değil, hele ki“inanç ve inancını yaşama özgürlüğü”nü sağlamak hiç değil, baskıyı iktidar edip ülkeyi yasaklara köle etmektir. Bu zamana kadar gördüğümüz bundan başkası değildir.
O halde yapılması gereken, “kurumların ittifakı” ile ve basit bir “yönetmelik değişikliği” ile sağlanan hakkın, anayasal konumda güçlendirilmesidir. Zira, kurumların ittifakının bozulması veya yönetmelikteki hükümleri tersine çevirebilecek birilerinin iktidara gelmesi durumunda, hakkın da, özgürlüğün de yitirilmesi an meselesidir. Bunun için de küçük bir yönetmelik değişikliği yetecektir.
Şimdi Hükümet’e düşen görev, yaptığı özgürlük devrimini kalıcı hale getirecek hamleyi yapması, asıl devrimi gerçekleştirmesidir. Bunun için, Hükümet’ten, “en gerekli ve en baba adım”ı atmasını bekliyoruz:
Anayasa’nın “İnkılâp kanunlarının korunması”na dair 174. Maddesini tümüyle kaldırmasını... “Kemalist Devrim Yasaları”nın tümünü iptal etmesini... Anayasa’dan “Laiklik” ilkesini çıkararak, devletin farklı din mensupları karşısındaki tarafsız tutumunu Laiklik’ten söz etmeden düzenlemesini...
Kalıcı hak ve özgürlük için...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.