Yakınlık Uzaklık Ölçüsü Takvadır 5
Mü’minlerin kendileri dışında kalan kimseler, ya kafir olan yakın veya uzak akrabalarıdır, ya da başta ehli kitap olan Yahudiler ve Hıristiyanlar olmak üzere bütün kafirler ve münafıklardır. İslam’ın dost ve düşman anlayışında ortaya koyduğu ilke, akraba veya yabancı olsun, hiç fark etmez.
İslam’da insanları birbirine bağlayan bağın kan değil iman oluşu bunun bir göstergesidir. Irkçılık da bu yüzden lanetlenmiştir.
Öyleyse bir Müslüman olarak ölçümüz şudur; Üstünlük ve muhabbet ölçüsü takvadır. Kim daha takvalı ise, Allah Teâlâ’ya o nispette daha yakındır. Kim ona en yakınsa, bize de en yakındır. Bizim insanlara yakınlığımız, onların Allah Teâlâ’ya yakınlıkları kadardır.
Allah Teala şöyle buyurmuştur;
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri veya yakınları dahi olsa, Allah’a ve Rasulüne muhalefet eden kimseler için bir sevgi beslediklerini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele Suresi / 22. Ayet)
Ayette insanlık iki farklı gruba ayrılmaktadır: Allah’a ve Resulüne iman edenler ile Allah’a Resulüne muhalefet edenler. Birisi Allah taraftarları, öbürü ise tağut ve şeytan taraftarları. Yani bütün insanlar iki ayrı sancak altında toplanmaktadır: Hak sancağı ve batıl sancağı.
Buna göre bir insan, ya Allah taraftarı olup hak sancağı altındadır. Ya da tağut veya şeytan taraftarı olup batıl sancağı altındadır. Bunlar iki ayrı çizgi, iki ayrı gruptur. Öyle kesin hatlarla birbirinden ayrılmışlardır ki, asla barışmazlar ve asla karışmazlar.
Bir Müslümanın gözünde birinci derecede yakın olma ve yer almada ölçü, asla kan ile bağlı bulunan akrabalık ve hısımlık değildir. Irk da değil, dil de değil, vatan da değildir. Bir Müslümanın gözünde değer yargısı olarak öncelikli olmada aile ve yakınlık yok, vatan ve millet yok, ırkçılık, ulusalcılık ve asabiyet yok; sadece İman var, akide var, İslam var, takva var...
Daha kısa söylersek, sadece Allah var, onun koyduğu ilkeler var.
Buna inananlar, Kur’an tabiriyle “Hizbullah”tır. Yani Kur’an’ın hizbi, taraftarı, grubu. Kim Allah taraftarlarına katılır, hak sancağı altında durursa, o sancağın altında duran herkes Allah yolunda kardeştir. Renkleri farklı, dilleri farklı, vatanları farklı, milletleri farklı, aileleri farklı olabilir. “Allah taraftarlığını” oluşturan temel bağları aynıdır. Bu “aynı oluşta” bütün farklılıklar erir gider.
Kim de şeytanın hakimiyetine girer, batıl sancağının altında yer alırsa, artık hiçbir bağ onu Allah taraftarlarına bağlayamaz. Ne ülke, ne ırk, ne dil, ne vatan, ne renk, ne soy bağı, hatta ne akrabalık, ne de hısımlık... Bütün bu bağları ayakta tutan ana bağ kopmuş olur o zaman. Onun kopması ile diğer bağların tümü de kendiliğinden çözülür.
Mesela ben Müslümanım bir Türk’üm. Ama yakın akrabam olan bir Türk kafirden, mesela Marksist, Leninist, komünist, ateist, laikçi, batıcı bir kafirden Müslüman bir Kürt, Müslüman bir Arap veya Müslüman bir Acem bana çok daha yakındır, dosttur, sevgilidir. Allah korusun, aralarında bir kavga, bir savaş olsa, ben kafir Türk’ü değil, Müslüman Kürt, Arap veya Acemi desteklerim. Nitekim Bedir’de Müslüman Araplar, kafir akraba Araplarla çarpışıyordu. Yine Müslümanlar İran ile savaşırken Selman-ı Farisî İranlıların yanında değil, Arap Müslümanların yanında savaşıyordu.
Alın bu ilkeyi ve örneği, getirin çağımıza, o zaman saflar hemen netleşecek, kafa karışıklığı derhal gidecek ve kafirlerin oyunları da anında bitecektir. O zaman Müslüman Türk’ün, Kürd’ün, Arap ve Acem’in, PKK’nın, PYD’nin, IŞİD’in, ABD’nin, AB’nin, İsrail’in kime ne kadar yakın ve uzak olduğu hemen açığa çıkacaktır. Kim kiminle savaşıyorsa Müslümanların kimin yanında yer alıp destek vermeleri kendiliğinden belli olacaktır.
Kobani veya başka bir yerde savaşanlara da bakış açımız bundan başkası değildir. Eğer başka ise, dini bilme ve değerlendirmede bir sapma vardır demektir.
Evet, bütün mesele dinimiz İslam’ı doğru bilmede, ihlas ve samimiyetle yaşamadadır.
En büyük mesele, meselelerin meselesi, iman meselesidir.