Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kamusal alan yasağından... Kumsal alan yasağına!

Kamusal alan yasağından... Kumsal alan yasağına!

Birkaç gündür, adeta “telefon bombardımanı” altındayım... Türkiye’nin hemen her tarafından, özellikle de “deniz kenarındanki il veya ilçeler”den telefon yağıyor... “Sakallı” vatandaşlar, “başörtülü” hanımlar telefon edip, soruyor: “Burası, bizim de ülkemiz değil mi?.. Denizler ve sahiller sadece laikler için mi?.. Biz, bu ülkenin üvey evladı veya ikinci sınıf vatandaş mıyız?.. Resmi yerlerdeki kamusal alan dayatmasını anladık da, kumsal alanlar da mı kamusal alan oldu?..”
Sorular uzayıp gidiyor... İşin özü ve özeti şu: “Tatil yöreleri”ne giden insanımız, aynen Balçiçek Pamir’in yazdığı gibi; “ağır bir taciz”le karşı karşıya... Şimdilik “sözlü taciz”lerle yetinen laikçi yobazlar, öyle sanıyorum ki; gerilimi tırmandırıp, önümüzdeki yıllardan itibaren bu işi “fiili tecavüz”e dönüştürebilir!.. Yani, “dille taciz”in yerini, “elle tecavüz” alabilir!..
çünkü, böylelerinden her şey beklenir!..
Tıpkı, benim de başıma geldiği gibi!..

ALANYA’DA LüKS BİR OTELDE!
Yıllar önceydi... Emin Otomotiv’in, müşterileri için organize ettiği bir geziye katılmış ve Alanya’da lüks bir otele yerleşmiştik...
Tabii, kafilede “başı açık” hanımlar olduğu gibi, “başörtülüler” de vardı... “Sakallılar” olduğu gibi, “sakalsız-bıyıksızlar” da mevcuttu...
Bir gün, yemekteyiz...
Açık büfe... Herkes, canı ne isterse gidip alıyor, bir masa bulup, orada yiyor...
Biz de, bazı arkadaşlarla birlikte yemeğimizi almış, boş masa ararken, “otelin eski müşterileri”nden bir kadının yanından geçmek durumunda kaldık...
Kadın, o an “yanındaki ile konuşuyormuş gibi” yaparak bize lâf çarptı ve ne dedi biliyor musunuz;
“Aaa, bunlar da çok oldu ama!.. Taa buralara kadar geldiler!.. Bunların ne işi var burada?.. Altınoluk’a gidip Hoca’larıyla birlikte denize girseler ya!”
Bir-iki adım yürümüştük ki, geriye dönüp, gayet rahat bir şekilde şunu söyledim:
“Yanında kocan olmadan, niye geldin buralara?.. Utanmıyor musun kocanı boynuzlamaya?!?.. Elin gâvuruyla fingirdemek için mi geldin buralara?.. çocuğundan utan, çocuğundan!!!”
Kadın, mosmor oldu!..
Başladı kem-küm etmeye!..
çünkü, yanındakinin “kocası” olmadığını tahmin etmiştim... Zira, kadın “Türkçe” konuşuyor, yanındaki herif ise “İngilizce!”...
Ve ayrıca çocuk da “adama benzemiyor”du!..
Sonra ne mi oldu?..
O herifi, bir daha kadının yanında görmedik... Ve ayrıca, o kadın, her karşılaştığımızda “hocam” diye hitap etmeye başladı, iyi mi?..

HALK PLAJLARI DOLDURDU!!!
Sadece ben değil, “sahil”lere giden hemen herkes yaşadı, yaşıyor bu “taciz”leri...
Meselâ, bizim “Ajans Dİ” de, çeşme Ilıca’dan arayıp, bizzat şahit olduğu ve “Laikçi kokonalar”ın yol açtığı “iki taciz olayı”ndan söz etti ki; hep aynı terane;
“Bunlar, buralara kadar geldiler!”
Peki, oraları, yani deniz kenarları, yani sahiller, onların babalarının tapulu malı mı?..
Oralara “başörtülü”ler, “sakallı”lar veya “haşemalı”lar gelemez mi?..
“Kamusal alan”(!)lara “başörtülü” olarak girmenin yasak olduğunu biliyoruz da, “kumsal alan”ların da “kamusal alan” haline geldiğini/getirildiğini bilmiyorduk!..
Bildik, öğrendik ve gördük ki;
Bu kafa iflâh olmaz!..
Bu kafa; “Despot CHP’li kafası”dır!..
Bu kafa var ya, bu kafa;
“Genç Siviller”in gayet güzel pankartlaştırdığı gibi; “Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremiyor” diyen “ayrımcı kafa”dır!..
Evet, bunlar hem “ayrımcı”dırlar, hem de “ayrıcalık” isterler!..
Amerika’daki “köle”ler ve “sahip”ler; bir başka deyişle “Kunta Kinte”ler ve “Beyaz Efendi”ler gibi; bunlar da kendilerini “vatandaş” olarak görürler, diğerlerini ise “halk!”
Bunun için de;
“Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremiyor” derler!..

BUNLARINKİ RAKI DEMOKRASİSİ!
Star’dan Necdet Şen, Cuma günkü yazısında işte bu “vatandaş”ları tahlil edip, şöyle yazıyordu:
“Bir ay kadar önce bu tarz insanları anlatan bir yazı yazmıştım ‘Köktendinci Bir Cemaat’ başlığı altında. 
O geldi şimdi yine aklıma.
Mavi gözlü sarışın bir puta tapınan ve gülünç ibadet şekilleri olan sapkın bir cemaatten söz etmiştim ya hani.
Okumamış olanlara ne demek istediğimi anlatabilmek için minik bir ipucu daha vereyim.
Bu cemaat için demokrasi, canının istediği yerde rakısını içebilmek, eğildiğinde göbeğine kadar teşhir eden askılı bluzlarla köprüden balık tutabilmek, yoksulları ve muhafazakárları hakir görmek, kendi çöplüğünde ayak takımını istememek ve itip kakabilmek ayrıcalığıdır.
Başı bağlı ve takunyalı karakoncolosların çamurlu ayaklarıyla Beyoğlu, Moda, Teşvikiye gibi çağdaş semtlerimizin kaldırımlarını kirletmesine kalbi dayanmaz doğal olarak. 
Oralar, onun babasından kalma tapulu malıdır.
Haşemalılarla aynı plajları paylaşmak, kapıcısının oy verdiği bıyıklı adamlar tarafından yönetilmek bu kibar cemaatin tahammül sınırlarını aşar.
Bunun için tankları asfaltta yürütmek falan gerekiyorsa, demokrasi adına katlanılabilir (hatta tercih edilebilir) bir durumdur şekerim. 
Neyse ki aslan gibi generallerimiz var bizim...”

ORG. BAŞBUĞ VE ENDİŞELİ KESİM!
Necdet Şen’in yazısını okuyup, “Neyse ki aslan gibi generallerimiz var bizim!” cümlesine gelince, birden “Org. İlker Başbuğ’un sözleri” geliverdi aklıma.
Org. İlker Başbuğ, Genelkurmay’daki devir-teslim töreninde; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gözlerinin içine bakarak ve onların şahsında “millet”e, ya da milletin şahsında onlara “gözdağı” vererek ve tabii, belindeki “silâh”tan aldığı “güç”le diyordu ki;
¥ “Bugün, toplumun bir kesimi yeni bir kültürel kimliğin, yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük bir ağırlık verildiğini düşünmekte ve gelişmelerden büyük bir endişe duymaktadır.
Bu endişe ciddiye alınmalıdır.”
¥ “Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyopolitik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar.”
Başbuğ’un kastettiği “toplumun bir kesimi” kimdir?.. O bir kesim “azınlık” mıdır, “çoğunluk” mu?..
Elbette “laikçi azınlık”tır onlar!..
Ama onlar, bırakın “endişe” etmeyi, tam aksine “alikıran, başkesen” bir despotluk sergilemektedir!..
Hem, bu; ne biçim bir “endişe”dir ki;
üniversitelere giremeyenler “laikçi azınlık” değil, “toplumun çoğunluğu”nu oluşturmalarına rağmen, “başörtülü”lerdir!..
O “başörtülü”ler ki;
Bugüne kadar “kamusal alan”lara girmeleri yasaktı... Şimdi ise, “kumsal alan”lara girmelerine de tahammül edilemiyor!..
Laikçi kesim ise;
Hem “dinî yaşam biçimi”nin yaygınlaşmasından rahatsız, hem de “dindarlara zulmetmek”ten hiç geri kalmıyor!..
Sürekli tehdit savuruyorlar:
“Burası kamusal alan, örtünü çıkar!”
“Burası kumsal alan, haşemanı çıkar!”
İşin en tuhaf tarafı, Org. İlker Başbuğ’un; daha ilk konuşmasında “Laikçi despotların savunuculuğu”na soyunmuş olması!..
Biz kendisinden beklerdik ki;
“30 yıldır Türkiye’nin başına belâ olan PKK terörü”nün nasıl halledileceğinden bahsetsin!.. Ya da, “Gürcistan-Rusya gerginliği”nin Türkiye’ye nasıl yansıyacağından söz etsin!..
Ama, generalimiz ne yapıyor;
“Azınlık” olmalarına rağmen “çoğunluğa” hükmeden “laikçi zorbalar”a sahip çıkıyor ve onların “endişe”(!)lerini dillendiriyor!..

ASIL ENDİŞE DUYANLAR, BAŞöRTüLüLER!
Oysa, bu ülkede “endişeli” olan tek kesim, “dinî yaşam biçimi”ni benimseyen “çoğunluk”tur!..
Evet, “başörtülü”lerdir!..
“Başörtülü şehit anaları”dır!..
çünkü, “başörtülü analar”ın “erkek” evlâtları “askerî kışla”ya gidebilmektedir ama, “kız” evlâtları “üniversite”lere gidip de okuyamamaktadır!..
Kısacası, “asıl endişeli olan” onlardır!..
Ama, her ne hikmetse; Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, “toplumun bir kesimi”nin sözcülüğüne soyunurken, “toplumun öteki kesimi”ni görmezlikten gelmektedir!..
Sözün burasında; Başbakan Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulunup, “içkili bir lokanta”ya giderek, eline bir “kadeh” alıp, oradakilere “şerefe” diye kadeh kaldırmasını isteyenlere bir çift söz söylemek istiyorum...
Erdoğan, eğer bu tavrı sergilerse “Türkiye’nin Başbakanı” olacakmış!..
Şimdi, aynı çağrıyı, ben de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a yapıyorum:
Bir “üniversite”nin önüne gidin, yanınıza “başörtülü” bir öğrenciyi alın ve deyin ki;
“Eğitimin önünde hiçbir engel olmamalıdır!.. Bir genç kız, başı örtülü de olsa, özgürce okuyabilmelidir!”
Bunu yaptığı gün, “Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı” olacaktır!.. Aksi halde, “sadece bir kesimin Genelkurmay Başkanı” olarak kalmaya mahkûm olacaktır!..
Ve tabiî, bu tavır da “Türkiye’nin normalleşmesi”ne değil, “daha da gerilmesine” yol açacaktır!.. Zira; “kamusal alan” yasağını icat edenler, bu demeçlerden cesaret alıp, “kumsal alan”larda da yasağa başlayacak ve insanlara “denize girmeyi” bile yasaklayacaktır!..
“Neler yaptıkları”na bakıp, “neler yapacakları”nı varın siz düşünün!..
Ama, şu da var: Bu ülke sahipsiz değil!..
Türkiye... Rusya... ABD ve AB
“Herkese hoşgörülü” olan bir kişi, hiç kimseyi memnun edemez!.. Ya da, “Herkese yaranayım” diyen bir ülke, hiç kimseye yaranamaz!.. Türkiye, şu günlerde, işte böyle bir “açmaz” yaşıyor!..
“Kafkas Paktı”na önayak olmakla Rusya’yı memnun etti ama ABD’nin şimşeklerini üzerine çekti... ABD’nin gözünde Türkiye, “Rus yanlısı” görünüyor...
Ama aynı Türkiye; “Boğazdan Amerikan gemilerini geçirmek”le de; Rusya’nın gözünde “ABD yandaşı” bir ülke görüntüsü çizdi... Dolayısıyla, bu defa da Rusya rahatsız oldu!..
Türkiye, tam da bu “kritik eşik”te iken, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in “Rusya’ya gümrük misillemesi” yapma kararını açıklaması, bu işin nerelere tırmanabileceğinin işaret fişekleri gibi geldi bana!..
Böyle bir “misilleme”yi Avrupa Birliği bile göze alamıyor... Avrupa, “Rusya’ya ambargo” uygulamayı düşünüyor ama, Rusya ya “petrol akışı”nı keserse!!!
Ankara, biraz daha dikkatli olmalı değil mi?...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi