D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Müziği devirmek!

Müziği devirmek!

“Dil inkılâbı” veya mûsıkî inkılâbı! Kısacası saçmalardan saçma beğen! Dünyanın hiçbir köklü toplumunda böyle şeyler görülmemiş. 80 sene önce bugünlerde Türkiye dil ve mûsıkiyle meşguldü. Öz musıkimizi yasakladık, batı müziğini baş tacı ettik. Ne oldu peki: 

Batı müziğine “öykünen” Türk bestekârlarının sayısı bir asırdır iki elin parmaklarını pek geçmiyor. Onların ortaya koyduğu eserler de her hâlde bir günlük icra ile biter. Yani, klasik batı mûsıkîsi vadisinde eser veren “Türk” bestekârlarının eserleri, klasik batı müziği repertuvarı göz önünde bulundurulursa, koca bir kitapta virgül bile değildir! Görünen o ki, ne yapılsa olamıyacaktır!

Konunun Gökalp’ın ele aldığı tarzda yalap şap halledilmesi mümkün müydü? Hadi diyelim, meselenin teorik temeli zayıftı. Tatbikat için yeterince ciddi olunabilmiş midir peki? Ciddi hazırlıklar, ciddi temeller olmaksızın iddialı “müzik devrimi” yapmak neyin nesi olabilir? Bizi nereye götürebilir?

Zaman İçinde Müzik, ekinde CD ile örnekler de verilen popüler bir müzik kitabı. Alt başlığı, “Başlangıçtan günümüze Batı müziğinin evrimi”. Elimizde, Ekim 2001’de yapılan 6. baskısı var. İlk baskı 1994 tarihini taşıdığına göre, neredeyse her yıl baskı yapmış; bu da kitaba gösterilen rağbetin bir delili. 300 sayfalık kitabın yaklaşık 20 sayfası “Çağdaş Türk Müziği”ne ayrılmış. (% 6,6; yine de “torpilli” bir ilgi sözkonusu).

Kitapta “Çağdaş Türk müziği” Cumhuriyet’le başlatılıyor. Halbuki, Batı klasik müziğinin Türkiye’de Cumhuriyet’ten önce neredeyse yüz yıllık geçmişi var. (Mesela, Notacı Hacı Emin Efendi’nin 1876’da ilk fasıl külliyatlarını yaprak notaları ile yayınladığını ve basılan parçaların çoğunun piyano için armonize edilmiş olduğunu Eugenia Popescu-judetz ifade ediyor, hem de okyanus ötesinden!) Her neyse, Cumhuriyet’in ilanından sonra yetenekli gençler Avrupa’ya gönderilmiş. Bu gençler dönünce “Türk Beşleri” grubunu oluşturmuşlar. Bunların amacı,  Batı müziği yapısı içinde Klasik Türk Müziği ve Türk Halk Müziğinin renklerini kullanmakmış. Kitapta “Türk Beşleri”, 6 sayfa tutuyor. (CD’de ise Türk beşlerinin eserleri 35 dakikalık yer işgal ediyor! Bütün CD’nin yarısı!) “Türk Beşleri’nden sonra” başlığı altında diğer bestecilere geçiliyor. Birinci kuşak, 1904-1908 arasında doğmuştur. İkinci kuşaktan bazı besteciler 1910-1918 arasında doğmuş, nihayet Cumhuriyet’ten sonra doğanlara sıra gelmiştir. 

Tabiî olarak, ilk iki grupta yer alanlar, Osmanlı hayatının içinde müzik zevklerini geliştirmişlerdi. Hatta ilk Cumhuriyet kuşağı için dahi bu söylenebilir. İlk Cumhuriyet kuşağı, 1934 doğumlu Yalçın Tura ile kapatılabilir. Yalçın Tura, âdeta, “Türk Beşleri”nin alemi olan millî birikimden yararlanma eğiliminin son -ve onları aşan bir zihniyet sahibi olarak- gerçek temsilcisidir, onun ardından bu damar tamamen kurumuşa benzemektedir. Ondan sonra bir boşluk hissediliyor. 1946 doğumlu Ali Damar’ı 1957 doğumlu Betin Güneş ve 1960 doğumlu Kâmran İnce takip ediyor. Nihayet, kitap 1962 doğumlu Aydın Esen’le bitiyor… Betin Güneş Almanya’da yaşıyor. Kamran İnce’nin Babası Türk, annesi Amerikalıdır. Montana’da doğmuştur, Amerika’da yaşamaktadır. Aydın Esen’in nerede yaşadığına dair malumat yok! Bu son kuşağın Türkiye’de ikamet edenini bulmak güç olduğu gibi, bestelerinde türkçe isme rastlamak da bir hayli zordur!

80 yıl önce spekülatif laflarla toplum mühendislerini ikna etmek kolaydı. Bu kolay olduğu kadar, toplum mühendislerinin büyük “devrim”lerden, “gelişme”lerden, “ilerleme”lerden dem vurmaları, muasır medeniyet seviyesine çıkmaktan bahsetmeleri de zor değildi.  Şimdi ne teori çuvala sığıyor, ne de ortada Batı tarzı dişe dokunur “millî” klasik mûsıkî var! Evet, klasik Türk mûsıkîsi eğilimi asgariye indirildi, “minimize” edildi, yani yıkım başarıldı; fakat yerine  güçlü, etkili ve kapsayıcı bir müzik kültürü konulamadı. Bu saatten sonra konulması da imkânsız galiba.

Ne var onun yerine? Arabesk var, Batı piyasa müziği taklidi-aparması var, hiçbir değeri olmayan hatta müzik olmayan ne idiğü belirsiz “piyasa müziği” var… (Zamane müzikçileri, müzikleriyle değil, “fizik”leriyle ön plana çıkıyorlar) Kötü eğitilmiş kulaklar var. İflah olmaz şekilde iptizale uğramış, çirkefe bulanmış müzik zevki var… 

20. yüzyılın başında her hangi bir Osmanlı şehrinde mûsıkîyle uğraşan, çalan söyleyen, dinleyen, anlayan adamakıllı bir “mûsıkîşinas” zümre vardı. Mûsıkî hayatın bir parçasıydı. Yalnız erkekler değil, kadınlar arasında saz çalabilen, söyleyebilen çok sayıda şehirli mevcuttu. Şimdi piyasa müziği tüketen, ne çalan, ne söyleyen (pasif) geniş bir kitle var. Zevk, kalite, estetik müzik sözkonusu olduğunda torbaya girmiş adeta. “Enstrüman çalan Türk”lerin sayısı muhtemelen 20 yüzyılın başıyla kıyaslanırsa, 100 yıllık sürenin tersine işlediğini gösterecek seviyede… Ve Türkiye’de ilk ve orta dereceli okullarda 1930’lardan beri zorunlu Batı tarzı müzik eğitimi-öğretimi var! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi