Ahmet Türk

Ahmet Türk

Ömer Fethetti, Selahaddin Kurtardı, Şimdi Kim Sahip Çıkacak?

Ömer Fethetti, Selahaddin Kurtardı, Şimdi Kim Sahip Çıkacak?

45 yıldan beri ileri sürülen “İsrail, Mescid-i Aksa'ya karşı direkt bir saldırıda bulunmaya cesaret edemez; çünkü…” diye başlayan tüm tezler 5 Kasım 2014 tarihinde çöktü! “Mescid-i Aksa’nın direkt saldırıya uğraması İslam ülkelerinin topyekûn bir cephe almasına ve İsrail’in bölgedeki varlığının büsbütün tehdit altına girmesine neden olur” düşüncelerinin karşılıksız olduğu ispatlanmış oldu.

5 Kasım 2014’de, 100 kadar fanatik Yahudinin Mescid-i Aksa’nın avlusuna girişine izin verilmesi üzerine çıkan tartışma ve protestolar üzerine yaklaşık 300 İsrail askeri, Efendimiz’in (as) Miraç’a yükselirken bastığına inanılan Muallâk Taşı’nın üzerinde inşa edilen Kubbetü’s-Sahra ile Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Haremü’ş-Şerif’e saldırdı. Ne kadar acıdır ki, İsrail askerlerin bir kısmı Kıble Mescidi'nin içinde mihrab ve minberin yer aldığı bölgeye postallarıyla girdi. Müslümanların birbirlerini tekbirlerle kestiği, mezhep çatışmalarının iyice körüklendiği, IŞİD bahanesi ile tüm Müslüman ülkelerin ABD’ye kuzu kuzu müttefik olmaya ikna edildiği bir dönemde, İsrail fırsatı ganimet bildi; Mescid-i Aksa'ya açıktan bir saldırı düzenleyip bundan sonraki düzenleyecekleri saldırıların mini bir tatbikatını yaptı!

İsrail doğası gereği İsrailliğini yapıyor da, şairin “His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? Diye haykırdığı Müslüman devletler ve milletler, ellerinde imkân olupta neleri yapmıyor? İşte cevaplanması gereken asıl soru ve çözülmesi gereken asıl sorun bu…

Diğer İslam ülkelerini bir kenara bırakalım, bu soruyu ve sorunu Türkiye açısından ele alalım. Türkiye en üst perdeden gürlemesine, bundan dolayı iç politik alanda manevra kabiliyetini arttırmasına rağmen, “şiddetli kınama” noktasından bir adım öteye geçip İsrail’e karşı somut ve etkili yaptırımları hayata geçirememesinin nedenleri nedir? Bunun en büyük nedeni Türkiye’yi yöneten Ak Parti hükümeti ve sahip olduğu bürokratik kapasite içerisinde İsrail ile ilişkiler konusunda ciddi görüş ayrılıkları olmasıdır. Çünkü iş, söylenen lafların gereği yapılması aşamasına yani icraata geldiğinde birden “dengeler” gündeme geliyor ve “Bekâra karı boşamak kolay diyenleri” veya “diplomasi ile duygusallık arasındaki çizginin muhafazası” ile alakalı aforizmalar havada uçuşuyor!

Ön planda “Mescid-i Aksa ile Kâbe arasında fark yok, korumak bizim için ilahi görev” şeklinde hamasi beyanlar veriliyor ama arka planda yaşanan toplumsal/siyasal kutuplaşmaya paralel olarak artan otoriter eğilimler ve AB üyelik sürecinden uzaklaşılması sonrasında iktidar üzerinde oluşan uluslararası baskıyı azaltabilme stratejisini savunuluyor. Siyasi iktidarın içerisine sürüklendiği bölgesel yalnızlığı biraz olsun giderebilme ve kendisine yöneltilen siyasal/yönetimsel eleştirileri susturabilme adına ilişkilerin tam olarak koparılmaması “şiddetle” öneriliyor! Şu sıralar Doğu Akdeniz’den İsrail’in elde edeceği gaz ve Kuzey Irak petrolünün Avrupa’ya ulaştırılmasında Türkiye’nin rolü gibi ev ödevleri itina ile çalışılıyor ve Türkiye-ABD-İsrail bölge politikalarında hassas sinir uçları yeniden onarılıyor!

Şu güncel gerçek de bilinçli olarak gözden kaçırılıyor: BOP ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi mucibince, ABD ile birlikte Suriye iç savaşına fiili olarak müdahale eden, istihbarat teşkilatı aracılığı ile müstakbel Kürt Devletinin temellerinin atıldığı Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’a karşı “eğit-donat projesi” istikametinde Özgür Suriye Ordusunu PYD’nin yanında konuşlandıran Türkiye, aynı zamanda dolaylı olarak İsrail’inde müttefikidir.

Hadi bu kesmedi diyelim daha somut bir örnek vereyim: TUİK’in resmi sayfasına girin, 2014’den geriye doğru, ülkelerle göre yaptığımız ithalat (ihracat değil) oranlarına bir göz atın! TUİK listesinde yüzlerce ticari ilişkide bulunduğumuz ülkeler arasında eylül ayına kadar 10 milyar dolara yakın ithalat yaptığımız 999 kod numaralı “confidential country” (gizli ülke) kim olabilir? Araştırın, başka bir bilene sorun; bu ithalat rakamının çoğunluğu “işlenmiş benzin”. Bu gizliliği ham petrol alırken sıkıntı yaşamayan ama işlenmiş ürün alırken neyi nereden alacağını gizlemek isteyen Tüpraş’ın “ricası” olarak ya da başka stratejik nedenlerle açıklamak yeterli değil! Bunun dışında İsrail’den chip gibi elektronik parçalar ve alınan diğer istihbari ve askeri ürünler liste dışı!
Samimiyetten kastım işte bu!

Müslüman ülke liderlerinin ve yönetimlerinin her türlü kutsalımızı çiğneyen İsrail’e karşı “yaptıklarınız sizin yanınıza kâr kalmaz nevinden tehditleri ve kınamaları boş şeyler… Bunlara söylenecek tek şey: Samimi iseniz, “zulmüne devam ettiği sürece” denge bahaneleri üretmeden İsrail ile tüm alışverişinizi (ticari-askeri-istihbari-askeri) bedelini ödemeyi göze alıp derhal kesin!
Böylesi hem “samimi” hem “şık” hem “insani” hem de “İslami”dir…

Hülasa,

Gidip görenlerce rivayet edilir ki; Mescid-i Aksa’nın bir yerinde, şimdiki hali içine sindiremeyip kahrolan birinin, genel duruma tercüman olan şu dokunaklı sözü asılıdır: “fetehahe ömer, harrarahe selahüddin ve men leha el'ân?”
 Yani: “Onu Ömer fethetti, Selahaddin hürriyetine kavuşturdu, şimdi ona kim sahip çıkacak?

İşte asıl meselemiz bu!
Çevresi mübarek kılınan” beldeye sahip çıkmanın ağır sorumluluğu çerçevesinde değil de, İsrail’i şiddetle kınamanın hatta küfretmenin dayanılmaz hafifliği ve kolaycılığıyla ele alınan bu kadim meselemiz, gelinen aşamada başka bir gerçeği de açığa çıkarmıştır: Kutsal dediğimiz şeyler güçlü olana kutsal sadece! Düşünsenize, bugün Mescid-i Aksa’da yapılanların aynısı Vatikan'da yapılsaydı, yapanın başına gelecekleri… 

Efendimizin (as) “Bir kötülük gördüğünde elinle düzelt, elinle düzeltemezsen dilinle düzelt, dilinle düzeltemezsen kalben buğzet; fakat bu buğz imanın en zayıf noktasıdır" hadis-i şerifi bugün İslam ülkelerinin ve toplumlarının tamamına yakınının “meselesi” haline geldi! Çünkü çoğunluğumuz, dünyevi bedel ödemekten çekinerek idealist duruşu değil de, imanın en zayıf noktasını tercih edip zayıf da olsa bir imana sahip olduğunu düşünerek vicdanlarımızı rahatlattık!

Müslümanlar "haklı" ya da "doğru" olanı dillendirmesinin yeterli olacağını düşünerek mangalda kül bırakmıyor lakin mevcut paradigma da Müslümanların aleyhine işlemeye devam ediyor… Galiba en kötü günlerimiz değil bu yaşadıklarımız; bunun içindir ki hala üzerimize örtülmüş ölü toprağını atamıyoruz, Müslümanlar olarak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Ahmet Türk Arşivi