Üçüncü Dünya Savaşı
ÜÇÜNCÜ dünya savaşı (başlamış sayılır) bütün şiddet, tahribat ve ateşiyle ABD ve İsrail yüzünden çıkacaktır. ABD, adaleti akl-ı selimi ve insafı ayaklar altına alarak İsrail zulmünü kayıtsız şartsız desteklemektedir.
Müslümanlar bu savaşta büyük kayıp verecekler, melhame-i kübralar olacak, nice şehirler ve ülkeler yangın yerine dönecek, yüz kişiden biri geri dönecektir. Savaşı sonunda Müslümanlar kazanacaktır.
Savaş bir ara Roma’ya da sıçrayacak, Papalık sona erecek, son Papa şehri perişan halde terk edecektir.
Elde fırsat varken birleşmeyen, tek bir Ümmet haline gelmeyen gafil Müslümanlar çok acılar çekecektir.
Suriye’nin Ehl-i Sünnet Müslümanları durumun müsait olduğu zamanlarda çocuklarını askerî okullara vermemiş, subay yapmamışlar, boşluğu Nuseyrîler doldurmuştu. Sonra ne olmuştu?..
Benim oğlum subay olamaz… Subayların maaşı az… Oğlum doktor olacak, mühendis olacak… Bu mesleklerde bol para, lüks hayat, imkan var… Ya öyle mi?
Türkiye’nin rahatına pek düşkün Sünnî Müslümanlarının, üçüncü dünya savaşına hazırlıksız yakalanacaklarını sanıyorum. Onlar Ümmet birliğini kaale almazlar. Onlar zor zamanlar için önceden hazırlık yapmazlar, tedbir almazlar.
Türkiye’nin tuzu kuru zengin ve orta halli Müslümanlarına soruyorum:
Elde fırsat varken yeterli sayıdaki ehliyetli, liyakatli, zeki, kabiliyetli oğullarınızı niçin subay olarak yetiştirmediniz? Niçin öğretmen ve eğitimci olarak yetiştirmediniz? Niçin vasıflı din görevlisi (hademei hayrat) olarak yetiştirmediniz?
Suriyeli Sünnî Müslümanlar vazifelerini yerine getirmiş, tek bir Ümmet olmuş, İslam ahlakı ile mütehalli olmuş, ittihada vifakatesanüde uhuvvete dikkat etmiş, çocuklarını subay öğretmen ve din vazifelisi yetiştirmiş olsalardı hiç bugünkü kötü duruma düşerler miydi?
Türkiye’de pek yakında öğretmen sayısı bir milyonu bulacaktır. Evet abartmıyorum, bir milyon… Bunların yüzde kaçı dindardır?
28 Şubat İslam karşıtı darbe niçin yapılmıştı? Ordumuzda dindar subayların ağırlığı olsaydı, böyle bir darbe yapılabilir miydi?
Benim oğlum subay olamaz, öğretmen olamaz… Oğlum çok gelirli meslek ve branşlara yönelecektir. İleride iyi, lüks, rahat bir hayat sürecektir… Öyle mi?
Dindar Müslümanlar, kendileri gibi dindar olan çocuklarını öğretmenliğe, subaylığa, din hizmetlerine yöneltmezlerse sürünmeye, zillete, ezilmeye, hakarete, esarete mahkumdurlar.
Türkiye’deki bütün kötülüklerden doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Ehl-i Sünnet Müslümanları sorumludur.
Emr-i mâruf yapmadıkları için.
Nehy-i münker yapmadıkları için.
Tashih-i itikada dikkat etmedikleri için.
Beş vakit namazı cemaatle kılmayı, büyük ölçüde terk ve ihmal ettikleri için.
Tek bir Ümmet olmadıkları için.
Âdil ve râşid bir İmama biat ve itaat etmedikleri için.
Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uymadıkları için.
Allah ile yeterli ticaret yapmadıkları için.
Bir kısmı (yüzde kaçı?) holiganlık, militanlık, fanatizm sergilediği için.
Şifahî kültür seviyesinde kalıp, medenî İslam kültürü sahibi olamadıkları için.
Camileri süsledikleri ama içlerini vasıflı hizmetkarlarla ve cemaatle dolduramadıkları için.
Kadın ve kızların bir kısmını bugünkü rezil şeytanî tesettüre soktukları için.
Güçlü bir islamî eğitim sistemi kuramadıkları, bütün öğrencilerinin cemaatle vakit namazı kıldığı İslam mekteplerinde dünya çapında elemanlar yetiştirip kadrolaşmadıkları için.
Halen başlamış bulunan ve süren üçüncü dünya savaşı ne zaman şiddetlenir ve ateşlenir? Bendeniz tarih veremem. Gaybı Allah bilir.
Savaşın ayak seslerini duyuyorum… Zaten Suriye’de, Irak’ta başlamış. Türkiye’ye ne zaman sıçrar? Bilemem…
Müslümanlar bu savaşta büyük kayıp verecekler, melhame-i kübralar olacak, nice şehirler ve ülkeler yangın yerine dönecek, yüz kişiden biri geri dönecektir. Savaşı sonunda Müslümanlar kazanacaktır.
Savaş bir ara Roma’ya da sıçrayacak, Papalık sona erecek, son Papa şehri perişan halde terk edecektir.
Elde fırsat varken birleşmeyen, tek bir Ümmet haline gelmeyen gafil Müslümanlar çok acılar çekecektir.
Suriye’nin Ehl-i Sünnet Müslümanları durumun müsait olduğu zamanlarda çocuklarını askerî okullara vermemiş, subay yapmamışlar, boşluğu Nuseyrîler doldurmuştu. Sonra ne olmuştu?..
Benim oğlum subay olamaz… Subayların maaşı az… Oğlum doktor olacak, mühendis olacak… Bu mesleklerde bol para, lüks hayat, imkan var… Ya öyle mi?
Türkiye’nin rahatına pek düşkün Sünnî Müslümanlarının, üçüncü dünya savaşına hazırlıksız yakalanacaklarını sanıyorum. Onlar Ümmet birliğini kaale almazlar. Onlar zor zamanlar için önceden hazırlık yapmazlar, tedbir almazlar.
Türkiye’nin tuzu kuru zengin ve orta halli Müslümanlarına soruyorum:
Elde fırsat varken yeterli sayıdaki ehliyetli, liyakatli, zeki, kabiliyetli oğullarınızı niçin subay olarak yetiştirmediniz? Niçin öğretmen ve eğitimci olarak yetiştirmediniz? Niçin vasıflı din görevlisi (hademei hayrat) olarak yetiştirmediniz?
Suriyeli Sünnî Müslümanlar vazifelerini yerine getirmiş, tek bir Ümmet olmuş, İslam ahlakı ile mütehalli olmuş, ittihada vifakatesanüde uhuvvete dikkat etmiş, çocuklarını subay öğretmen ve din vazifelisi yetiştirmiş olsalardı hiç bugünkü kötü duruma düşerler miydi?
Türkiye’de pek yakında öğretmen sayısı bir milyonu bulacaktır. Evet abartmıyorum, bir milyon… Bunların yüzde kaçı dindardır?
28 Şubat İslam karşıtı darbe niçin yapılmıştı? Ordumuzda dindar subayların ağırlığı olsaydı, böyle bir darbe yapılabilir miydi?
Benim oğlum subay olamaz, öğretmen olamaz… Oğlum çok gelirli meslek ve branşlara yönelecektir. İleride iyi, lüks, rahat bir hayat sürecektir… Öyle mi?
Dindar Müslümanlar, kendileri gibi dindar olan çocuklarını öğretmenliğe, subaylığa, din hizmetlerine yöneltmezlerse sürünmeye, zillete, ezilmeye, hakarete, esarete mahkumdurlar.
Türkiye’deki bütün kötülüklerden doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Ehl-i Sünnet Müslümanları sorumludur.
Emr-i mâruf yapmadıkları için.
Nehy-i münker yapmadıkları için.
Tashih-i itikada dikkat etmedikleri için.
Beş vakit namazı cemaatle kılmayı, büyük ölçüde terk ve ihmal ettikleri için.
Tek bir Ümmet olmadıkları için.
Âdil ve râşid bir İmama biat ve itaat etmedikleri için.
Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uymadıkları için.
Allah ile yeterli ticaret yapmadıkları için.
Bir kısmı (yüzde kaçı?) holiganlık, militanlık, fanatizm sergilediği için.
Şifahî kültür seviyesinde kalıp, medenî İslam kültürü sahibi olamadıkları için.
Camileri süsledikleri ama içlerini vasıflı hizmetkarlarla ve cemaatle dolduramadıkları için.
Kadın ve kızların bir kısmını bugünkü rezil şeytanî tesettüre soktukları için.
Güçlü bir islamî eğitim sistemi kuramadıkları, bütün öğrencilerinin cemaatle vakit namazı kıldığı İslam mekteplerinde dünya çapında elemanlar yetiştirip kadrolaşmadıkları için.
Halen başlamış bulunan ve süren üçüncü dünya savaşı ne zaman şiddetlenir ve ateşlenir? Bendeniz tarih veremem. Gaybı Allah bilir.
Savaşın ayak seslerini duyuyorum… Zaten Suriye’de, Irak’ta başlamış. Türkiye’ye ne zaman sıçrar? Bilemem…
• (İkinci yazı)
“Ben İnsan Değil miyim?”
Trafik çok sıkışık. Vatandaş tek kişi olarak sabahleyin otomobiliyle işine gidiyor. Yolculuk iki saat sürüyor. Yoğun trafik vatandaşı dayak yemiş, taş taşımış gibi yorgun ve bitkin yapıyor.
Akşam aynı durum…
Günde dört saat kaybediyor, sinirleri bozuluyor, morali çöküyor.
Lüks sayılacak otomobilinde sade o var… İnsan bu trafik rezaletine üç gün beş gün bilemediniz bir ay dayanır ve sonra çare ve çözüm arar. Bizimkinde çare ve çözüm aramak diye bir şey yok. İlle de evden işe, işten eve otomobil ile gidecek.
Sinirden harap olsa da otomobilini terk edemez. O hiç, herkes gibi toplu taşıma vasıtalarına binebilir mi?
Tramvaya, metroya, Marmaray’a binse incileri elmasları yere dökülecek sanki…
Onlardan birine: Yahu şu otomobili bıraksan da toplu taşıma vasıtasına binsen olmaz mı?.. demiştim.
Gözlerinden hınç kıvılcımları saçarak şu cevabı vermişti:
-Ağabey ben insan değil miyim!.. Hay senin insanlığına.
Her sabah ve her akşam otomobile binip trafik çilesi ve işkencesi çekmeyi insanlık sanıyor. Zavallıda tavuk kadar akıl kalmamış, bitmiş o.
Hollanda’da, Danimarka’da milyonlarca insan bisiklete biniyormuş. O ülkelerde ayrı bisiklet yolları var.
Bizde onlardaki akıl fikir yok.
Konu İstanbul’daki trafik sıkıntısı olunca, şehri aşırı şekilde büyüten rantçılara beddua etmeden olmaz. Tepe üstü düşsünler, vurdukları büyük paraları afiyetle yiyemesinler.
İstanbul’un nüfusu beş milyona indirilmedikçe sıkıntılar geçmez, problemler bitmez.
Şehrin etrafı on binlerce yeni inşaatla dolu, bunlar iskana açılınca sıkıntılar daha da artacaktır.
Şehrin her tarafı deniz ama deniz taşımacılığı yeterli değil. Osmanlılar zamanında Yeşilköy’e, Bakırköy’e vapur işletilirmiş.
Sultan Abdülhamid devrinde mürur tezkiresi ile seyahat edilirmiş, İstanbul’a göç önlenirmiş.
Oto toplum… Cep telefonu toplumu… Lüks toplum… Marka toplumu… İsraf toplumu… Beyinsiz toplum…
“Ben İnsan Değil miyim?”
Trafik çok sıkışık. Vatandaş tek kişi olarak sabahleyin otomobiliyle işine gidiyor. Yolculuk iki saat sürüyor. Yoğun trafik vatandaşı dayak yemiş, taş taşımış gibi yorgun ve bitkin yapıyor.
Akşam aynı durum…
Günde dört saat kaybediyor, sinirleri bozuluyor, morali çöküyor.
Lüks sayılacak otomobilinde sade o var… İnsan bu trafik rezaletine üç gün beş gün bilemediniz bir ay dayanır ve sonra çare ve çözüm arar. Bizimkinde çare ve çözüm aramak diye bir şey yok. İlle de evden işe, işten eve otomobil ile gidecek.
Sinirden harap olsa da otomobilini terk edemez. O hiç, herkes gibi toplu taşıma vasıtalarına binebilir mi?
Tramvaya, metroya, Marmaray’a binse incileri elmasları yere dökülecek sanki…
Onlardan birine: Yahu şu otomobili bıraksan da toplu taşıma vasıtasına binsen olmaz mı?.. demiştim.
Gözlerinden hınç kıvılcımları saçarak şu cevabı vermişti:
-Ağabey ben insan değil miyim!.. Hay senin insanlığına.
Her sabah ve her akşam otomobile binip trafik çilesi ve işkencesi çekmeyi insanlık sanıyor. Zavallıda tavuk kadar akıl kalmamış, bitmiş o.
Hollanda’da, Danimarka’da milyonlarca insan bisiklete biniyormuş. O ülkelerde ayrı bisiklet yolları var.
Bizde onlardaki akıl fikir yok.
Konu İstanbul’daki trafik sıkıntısı olunca, şehri aşırı şekilde büyüten rantçılara beddua etmeden olmaz. Tepe üstü düşsünler, vurdukları büyük paraları afiyetle yiyemesinler.
İstanbul’un nüfusu beş milyona indirilmedikçe sıkıntılar geçmez, problemler bitmez.
Şehrin etrafı on binlerce yeni inşaatla dolu, bunlar iskana açılınca sıkıntılar daha da artacaktır.
Şehrin her tarafı deniz ama deniz taşımacılığı yeterli değil. Osmanlılar zamanında Yeşilköy’e, Bakırköy’e vapur işletilirmiş.
Sultan Abdülhamid devrinde mürur tezkiresi ile seyahat edilirmiş, İstanbul’a göç önlenirmiş.
Oto toplum… Cep telefonu toplumu… Lüks toplum… Marka toplumu… İsraf toplumu… Beyinsiz toplum…