Münafıktan Dost Olmaz 19
Evet, ufukta bir cevalan yapıyor, dost ve düşmanı tanımanın usulünü yazmaya devam ediyoruz. Bu sondan bir önceki yazı olacak inşallah. Artık bu yazıları okuyup da bir adam dostunu düşmanını tanımıyorsa, bunun nedenini kendisi bulmalıdır, bizden vebal gitmiştir.
Konumuza dönecek olursak, Allah Teâlâ’nın “kafirleri dost edinmeyin” emrini dinlemeyen o kalplerinde nifak hastalığı bulunan kişilerden biri olan Abdullah b. Ubey b. Selûl, Yahudilerle dost kalmasına, onlara olan sevgisi ve dayanışmasına mazeret olarak ne diyordu? Bir daha görelim mi?
"Bir insan olarak ben başımı belaya sokmak istemem. Gelecekten de korkarım. O yüzden dostlarımdan kopamam."
İşte bu, kalpteki nifakın, imandaki zayıflığın, Allah Teâlâ’ya güvenmemenin açık göstergesidir. Allah Tealaya güvenmemek ne demektir? Neyin alametidir? Oysa bir Müslüman için hakiki “dost” Allah'tır. Yardım edecek olan Allah'tır. Zafer de onun katındadır, dilediğine verir. O'ndan başkasının yardımına bel bağlamak hem ahmaklık, hem de sapıklıktır. Üstelik, boşa kürek sallamaktır.
Hemen söyleyelim, bu sözün dengeyi oluşturan bir de dengi vardır; mesela Allah Tealanın sünnetini hesaba katmak, kendine düşen maddî ve manevî donanımı gerçekleştirmek ve zafer şartlarına riayet etmek gibi. Bu konuları “Cihad ve Zafer Şartları” kitabımızda genişçe yazmıştık, bakılabilir.
Abdullah b. Übey b. Selûl öldü ve cesedi kumlara gömüldü. Fakat münafdıklık bitmedi, melunun habis ruhu gibi benzer tipleri her zaman yaşıyor. O yüzden aynı sözleri biz de duyuyoruz Müslümanların zor günlerinde darda kaldıkça. Sözler ne kadar da birbirine benziyor değil mi? Çünkü kalpleri birbirine benziyor, kaynak aynı kaynaktır. Aynı nifak çeşmesinden içiyorlar…
Evet, İbn Selûl'ün ileriye sürdüğü mazeretler, kurnazlıklar ve minnet yüklü sapıklıklar, tarih boyunca pek çok kimse tarafından tekrar edilecektir. Kalplerinde hastalık bulunan her münafığın düşüncesi, İbn Übey'in düşüncesiyle aynı olacaktır. Hiçbir münafık, iman gerçeğini kavrayamayacaktır.
Ama öte yandan Ubade b. Samit hazretleri Yahudilerin yapıp ettiklerini görünce onlara dostluktan nefret ediyor. Çünkü kalbinde iman vardır. Bunun için Yahudilerle var olan dostluğunu tamamen bırakıyor. O kalbini Allah'ın' buyruklarına açarken Abdullah b. Übey b. Selul ise onun bu tutumuna tepki olarak öfkeyle dişlerini sıkıyordu.
İşte iki farklı anlayıştan, iki farklı duygudan kaynaklanan bu iki faklı tutum, iman eden kalpler ile imanı bilmeyen, bilse de dünyayı ahirete tercih eden kalpler arasında, tarih boyunca sürekli yaşanacaktır. Bugün ve yarın, yaşanan dünler olacaktır.
Müslüman, Allah Teâlâ’nın dinine teslim olan insandır. İslam’ı bilmek kadar, yaymak da bir teslimiyettir. Fakat bunu yaparken uyulan metot da İslamî olmalıdır. İslam dışı usul ve metotlar, haramı helal kılan gayri meşru yol ve yöntemlerle İslam’a ulaşılamaz. Bu usul ve yöntemin bazen görece bir faydası var varmış gibi görüntüsü olsa bile neticesi hüsrandır.
O yüzden kafirleri severek ve destekleyerek, onlarla işbirliği içinde Müslümanlarla savaşarak yeryüzüne İslam’ı yayacaklarını zannedenler ne kadar aldanmaktadırlar! İslam’ın dünyaya hakimiyeti idealini böyle hayal etmek, dine aykırı olduğu kadar akla ve tarihi tecrübeye de ters düşer.
Günümüzde de benzer davranış sergileyen ve Müslümanların maddî ve manevî bütün emek ve enerjilerini heba edenlerin hüsranını görüyoruz. İçlerinde yaşadıkları derin inkisarların infilakını ve pişmanlıkların gayyasını simalarından seziyoruz ama ah o gurur, ah o kibir, ah o kendini beğenme hastalığı, mağlubiyet ve mahvoluşları bile zafer gibi ilan ettiriyor insana. Bozgun yiyenler nihayet Müslümanlar olunca, üzülen yine biz oluyoruz.
Ama öbür yandan imanın lezzetini kalbinde duyan ve Müslümanların acısını yüreğinde hisseden, emanetin mesuliyetini müdrik olarak taşıyanlar, kafirlerin olanca tehdit ve suikastlarına rağmen Allah Teâlâ’ya tevekkül ve itimat ile onun emanına girenler, kısmî de olsa zafer yollarında adım adım ilerliyorlar biiznillah.
Kur'an, dinlerine düşman olan kişilerle yardımlaşanları, onlarla sıkı fıkı sırdaş olanları, Allah'a içtenlikle inanamayan, bağlanıp güvenemeyen münafıkları tehdit ediyor. Onları, fethin yaklaşmasını haber vererek uyarıyor. Onların bu yanlış tutumlarını ortaya koyarak, gizledikleri nifak tohumlarını açığa vuruyor ve işte şöyle tehdit ediyor:
"Olur ki Allah yakında size fetih nasip eder veya kendi tarafından sürpriz bir gelişme gösterir de o zaman bu kimseler, kalplerinde gizli tuttukları duygulardan pişman olurlar."(Maide 52.)
İşte o zaman, o mübarek "fetih" gerçekleştiği zaman, kalplerinde hastalık bulunanlar, Yahudilerle Ve Hristiyanlarla ve sair kafirlerle dostluk kurabilmek için yürekten çabalamalarından ve bozgunculuklarının açığa çıkmasından ötürü pişman olacaklardır.
Bu fetih dün Mekke fethi ise, bugün de ABD’nin çöküşü ile İsrail’in yok oluşu olur inşallah. O zaman bakacağız, Müslüman Filistin bombalanırken Terörist İsrail için ağlayanlar ne yapacaklar? Yine el çabukluğu ile herkesten evvel ganimet toplamaya ve iktidar devşirmeye koşacaklar mı?