Sohbet eğitimi
Bazı tarihçiler Osmanlı Devleti’ni kuran üç liderin (Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve Orhan Gazi), büyük ihtimalle ümmi (okur-yazar olmayan) olduklarını söylerler…
Buna rağmen müthiş bir kavrama kabiliyetleri vardı. İleri görüşlü ve analizci karakterlerdi. Gözükara bir cehaletle değil, plânlı, kararlı, bilge, âdil ve kurmay bir kimlikle yürüyorlardı…
Ümmi insanların, ancak uzun eğitimler sonucu edinilebilen bu meziyetleri nasıl kazandıkları, gerçekten de merak edilmeye değer bir husustur…
Sanırım bunun sırrı, “muhabbet” ve “sohbet”tir.
Osmanlı’da sohbet-muhabbet çok yaygındır ve referansı Devr-i Saadet’tir. Efendimiz çoğu ümmi insanları sohbet halkasında eğitmiş, vahşi ve ilkesiz karakterleri medeniyet ve nezaketle buluşturmuş, yüreklere ince bir“ayar” vermiştir.
Bunun en çarpıcı örneği Hz. Ömer’dir: Efendimiz’i öldürmek üzere öfkeyle evinden çıkan Ömer, birkaç saatlik bir sohbet sonunda sükûnete ermiş olarak evine dönmüştür.
Yerleri tekmelercesine yürüyen Ömer gitmiş, yerdeki karıncayı bile ezmemeye çalışan şefkat ve adalet manzumesi Hz. Ömer gelmiştir.
Osmanlı işte bu gerçeği fark etmiştir. Fark ettiği için de sohbet mekânlarını yaygınlaştırmıştır. Öyle ki, zaman içinde sohbet, evlerden kahvehanelere, hanlardan hamamlara kadar tüm toplumsal mekânları kuşatmıştır.
Ayrıca da camilere “sohbethane” denilen sohbet odaları eklenmiştir. Hatta sohbet geleneği, padişahların “huzur”una çıkıp “Huzur-ı Hümayûn Dersleri”ne dönüşmüştür. (Padişahlar bu dersler vasıtasıyla bilgilerini güncelleştirip kendilerini geliştirirlerdi).
Kısacası sarayda, tekkede, camide, kahvehanede, handa, hamamda ve ailede sohbet vardır: “Gönül ne kahve ister ne kahvehane/ Gönül sohbet ister, kahve bahane” mısraları boşuna yazılmadı.
Aslında kahvehaneler de sohbet arkadaşı bulma ihtiyacının mahsulüdür.
Dinlerin başlangıcında sohbet olduğu gibi, yaygınlaşmasında da sohbet vardır. Tüm peygamberler ümmetlerini sohbet aracılığıyla eğitmişlerdir…
Büyük İslâm tasavvufçularından Nakşibendi, “Tarikimiz (yolumuz), sohbet üzerinedir” diyerek, müritlerini sohbet eksenli eğitime teşvik etmiştir.
Çünkü sohbet, eğitimdir. “Osmanlı mucizesi”ni inşa eden olgunun da temelidir.
Ertuğrul Gazi, aşiretteki ufuklu insanların sohbetlerinde pişmiş, kendisi sohbet dinlerken, haylazlık eden ağabeylerine bu sayede üstünlük kurup babası öldüğü zaman yerine geçmeyi hak etmiştir.
Caber’e ulaştıkları günlerde, yanına gelip göçmekten yorulduklarını, çok can ve mal kaybettiklerini, artık eski yurtlarına dönmek istediklerini söyleyen ağabeyleri Gündoğdu Bey’le Sungur Tekin Bey’e, “Deryayı (denizi)geçeceğiz ve devlet olacağız” diyebilmesi, irfan meclislerindeki sohbetlerde gelişen ufkunun göstergesidir. Ertuğrul, küçücük bir aşiretin reisi olarak nasıl ayakta kalacağını düşünmeyi gerektiren pek çok olumsuzluğun ortasında, Konstantiniye (Bizans İstanbul’u) fethini düşlemektedir.
Ağabeylerinin itirazı da onların ufuksuzluğunu yansıtır: “Derya diye tutturdun, lâkin deryanın suyu tuzludur, ne hayvan, ne insan içebilir; hatta ekin sulamaya dahi yaramaz.”
Ertuğrul’un ütopyası Bizans’a uzanırken, ağabeylerinin dünyası sadece çiftçilik ve hayvancılıkla sınırlıdır. Elbette hedefini bilen ve hedefine yürüyen başarılı olur!
Sonunda, Ertuğrul’un ağabeyleri aşiretin yarıdan fazlasını alarak eski yurtlarına döndüler. Ve tarih içinde kayboldular. Hiçbir yazılı metinde isimlerine rastlanmıyor. Muhtemelen Cengiz Han’ın çapaçulları tarafından, dönüş yolunda katledildiler…
Ama, kendisine yürekten inanan arkadaşlarıyla birlikte Anadolu’nun Kuzeybatı istikametine yönelen Ertuğrul’un ne olduğunu tüm tarihler yazıyor: Koca imparatorluğa çekirdek oldu.
Devam ederiz inşallah…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.