Yüzüne Tükürürüm
Bu dostluktaki sır yüzden gönül eri yola çıkarken ilkin kendine çok iyi yoldaşlar edinmeli. Varsa, kıymetini bilmeli ve korumalı dostluğu, yoksa da bulmalı, yeni güzel dostlar edinmelidir. Bu yola girenlerin çevresinde nur halkaları gibi hazır dostların olması, yani hemen “ihvan” bulunması, yolum en kıymetli yanlarından birisidir. Etrafını öyle temiz bir halka sarar ki, orada, o güneşli, temiz havalı, bol meyveli ve çiçekli, temiz sulu sağlıklı çevrede kaldığın müddetçe, mikroplara rastlamadığın için kolay kolay hasta olmazsın. Temiz bir çevre, aydınlık bir atmosfer, seni her türlü tehlikelerden korur Allah’ın izniyle.
Cennetle sağlığında müjdelenen sahabi efendilerimize “aşere-i mübeşşere” deriz. “On müjdelenmiş adam” demektir. Bunun altında ne yatar biliyor musunuz? Dostluk!
Sevgili Peygamberimiz (sav) ile Hz. Ebu Bekir dost idi. Dini ona anlatır anlatmaz tereddütsüz iman etti. Sonra kalktı, diğer dostlarına gitti ve onlara da gerçeği anlatarak ikna etti. Bu on kişi, o toplumun en seçkin inanlarıydı. Onların iman etmesi toplumda şok etkisi yaptı. İnsanları düşündürdü. Derken bu dostlar, çok büyük eziyet ve işkencelere rağmen davalarına sadık kaldılar, iyi örnek oldular, çevreyi etkilediler, yeni dinin gelişmesine katkı sundular. Beraberce yürüdüler bu hak yolda ve öncüler oldular, müjdeyi kazandılar.
Bunun tam tersi de yaşandı. Kimileri iman etmeye çok yaklaşarak tam da cennete adım atmak üzereyken, bir dostluk, bir atkadaşlık yüzünden cayarak cehennemi boyladılar. Kaybedenlerden oldular.
İnsanın başına gelebilecek en büyük nimet, bahtiyarlık ve talih iyi arkadaştır. Tersi de geçerli, en büyük bedbahtlık ve talihsizlik, kötülerle arkadaş olmaktır. İşte bir örnek:
Ukbe ibn Ebî Müayttır. Peygamber Efendimizin komşusudur. Ukbe bir gün Peygamber Efendimizi ziyâfete dâvet eder. Peygamberimiz de nazlanır ve Müslüman olması şartıyla bu dâvetine icâbet edeceğini bildirir. O da bu isteği kabul edip, Müslüman olduğunu söyler.
Ukbe’nin Müslüman olduğunu duyan yakın arkadaşı Übeyy ibn Halef, Ukbe’nin yanına gelerek, kendisiyle olan bütün arkadaşlık münâsebetini derhal kesmesini ister. Ukbe:
—Ben ona hakîkaten îmân etmiş değilim. Sadece yemeğimden yesin diye yaptım, der.
Übey:
Hayır, inanmam, der.
Seni nasıl inandırabilirim?
Bunun yolu şudur; o biraz sonra Kabe’ye gelir ve namaz kılar. Sen de benimle arkadaşlığını sürdürmek istiyorsan, varıp onun ensesine vurur ve yüzüne tükürürsün. Bunu yapmadığın müddetçe seninle dost olmam, der
Bu sözler üzerine alçak Ukbe, o mel’un Übeyy’in arkadaşlığını kazanmak için dediği çirkin işi, hem de herkesin içinde maalesef yapar.
İşte bu hâdise üzerine şu âyet-i celîleler nazil olur:
“Hem o gün o zâlim ellerini ısıracak. “Eyvâh bana” diyerek; “Keşke ben Peygamberin yanında bir yol tutaydım. Vay şu başıma gelene, keşke ben fâlanı dost edinmeyeydim”(Furkan, 27)
Her Kur’an-ı Kerim okudukça cehennemin dibinden gelen o sesleri duyar gibi olur ve “Zalimler için yaşasın cehennem” diyerek o mel’unun yüzüne gitsin diye aşağılara doğru tükürürüm.