Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Ezan Girmeyen yere, yolsuzluk girer

Ezan Girmeyen yere, yolsuzluk girer

Ezan girmeyen yere, yolsuzluk girer!
Bir süredir, “3 kitabı birden” okuyorum... Zaman oluyor birine dalıyor, onu okuyorum... Zaman oluyor, diğer ikisini okuyorum... Birisini bitirdim sayılır... Evet, Ahmet Çağlayan tarafından kaleme alınan, Kayıhan Yayınları tarafından piyasaya sürülen “Asr-ı Saadet’ten Günümüze Ezan” adlı 287 sayfalık kitabı bitirdim sayılır... Hüsnü Aktaş Hocaefendi tarafından yazılıp, Misak Yayınları arasında çıkan Medeni Vahşet adlı 240 sayfalık kitabı ise, yıllar önce okumuştum. Ama, bir defa daha ibret ve heyecanla okuyorum... Çünkü bu kitapta, “yazarını hapsettiren yazılar” yer alıyor... Evet, “12 Eylül Cuntası”nın gerçekleştirdiği “darbe” günlerinde; Hüsnü Aktaş Hocaefendi, bu kitabı dolayısıyla yargılanmış, tutuklanmış ve “Mamak Askerî Cezaevi’nde bir yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra” tahliye edilmişti...
Okuduğum diğer kitabın adı; ilk bakışta “meslekî bir kitap” gibi görünse ve “kapak dizaynı” da bunu desteklese bile, aslında “yolsuzlukların kılcal damarları”na kadar inen ve “peşkeşleri deşifre eden” bir kitap...
TÜRK İŞİ MORTGAGE
Adı, “Türk İşi Mortgage” olan ve emekli Binbaşı Zeki Bingöl tarafından kaleme alınıp, Togan Yayıncılık tarafından piyasaya sürülen 568 sayfalık kitapta, “Haramidere’den başlayıp, Silivri’ye kadar uzanan bölge”de dönen “dolap”lar, “entrika”lar, “yolsuzluk”lar ve en önemlisi de “arazi peşkeşleri” anlatılıyor...
“Anlatılıyor” diyorum, oysa “anlatan” kişi; aynı zamanda bu “tezgâh”ları gören, yaşayan ve “gücü yettiğince müdahale eden” kişidir... Evet, “emekli Binbaşı Zeki Bingöl”dür... Görevi esnasında, “yolsuzluk” yapanlarla, kelimenin tam anlamıyla “boğuşmuş”tur!.. Ne çare ki, “yolsuzluk yapanların daha güçlü olduğu” bu ülkede, daha ileri gidememiş, “emekliye ayrılmak” zorunda kalmıştır...
MUSTAFA KEMAL KİM, DEDİ GENERAL!
Ama, nasıl ayrılma?!?..
Buyurun, “o an”ı, Zeki Bingöl’ün kendi kaleminden okuyalım:
“Sonunda kararını verdi.
Artık Silahlı Kuvvetler'de yapacak bir işi kalmamıştı.
Dilekçesini verdi ve Korgeneral N.Ç.'nin makamına çıktı.
Korgeneral ona "Sen kimsin? Şuna bak" dedi. Sanki bir itmiş gibi hissetmesini istiyordu binbaşının.
Girerken her asker gibi kendini takdim etmişti.
O yüzden “arz etmiştim” dedi... Korgeneral N.Ç. "Sen neyine güveniyorsun, arkanda kim var? Ben asıl onu merak ediyorum, delikanlıysan söylersin."
Binbaşı gururlu bir şekilde "Mustafa Kemal" dedi.
"O kim" dedi, General.
"Atatürk" dedi Binbaşı... Korgeneral N.Ç. Atatürk'ü duyunca bir an dondu kaldı. Terlemeye başladı. “Bak senin hazırladığın rapor elimde” dedi. Belli ki Askeri Şûra’ya bu rapor da gitmişti. Korgeneral'in tek amacı vardı: Jandarma Genel Komutanlığı'na Kurmay Başkanı olmak.
Korgeneral aşağılamaya başlayınca Binbaşı;
"Ben Cumhuriyetin onurlu bir subayıyım, sizinle görüşmem burada bitmiştir" dedi.
“Seni mahkemeye vereceğim. Tazminat davası açacağım” diyordu Kongeneral.
"Aç" dedi binbaşı ve odadan çıkıp gitti.”
DEVLETİN ARAZİSİ NASIL YAĞMALANDI?
Evet, böyle bir “ayrılış”tır Zeki Bingöl’ün ayrılışı.
Ayrılmıştır ama, yaşadığı olayları kitaplaştırmış ve “kamuoyunun bilgisi”ne sunmuştur!..
İşin güzel tarafı;
Yazılanlar, “yazıldığı yerde” kalmamış ve “Ergenekon İddianamesi”ne girmiştir!.. Ve bu iddialar, Vakit’in 6 Ağustos 2008 tarihli sayısına “askerî arazi talanı” başlığıyla “manşet” olup, iddianamedeki iddialar şöyle sıralanmıştır:
¥ Yakuplu Limanı’nda taşımacılık kooperatifi başkanı Mehmet Kahraman, jandarma bölge komutanlığı tarafından Diyarbakır’dan getirildi ve uyuşturucu işinde kullanılıyor.
¥ Arazi yolsuzluğunda Ahmet Özal’ın menfaat temin ettiği tespit edildi.
¥ Alkent 2000 villalarında 280 adet villa, milli savunma arazisine inşa edilmiştir.
¥ Orgeneral Teoman Koman, Yakuplu’da kaçak inşaat yaptırmaktadır.
¥ Aygaz dolum tesisinin arazisinin Milli Savunma Bakanlığı’ndan devrinde Orgeneral İsmail Hakkı Akansel menfaat temin etti.
¥ Orgeneral Çevik Bir, Tepekent villa inşaatının perde arkasında olmakla beraber 560 dönüm hazine arazisi gasp edildi. Mahkeme kararı olmasına rağmen talan devam ediyor.
¥ Vali Erol Çakır’ın usûlsüz ihalesi ve kendi vali yardımcılarına cinsel tacizde bulunduğu tespit edildi.
¥ İl Jandarma Komutanının bir generalin huzurunda ve savcının yüzüne karşı soruşturmada görev alan binbaşıyı vuracağını ifade edecek cesareti göstermesi kabul edilebilir tehdit sınırlarını zorluyor.
¥ Süleyman Demirel’in akrabalarının arazi yolsuzluğunda menfaat temin ettikleri tespit edildi.
¥ Yolsuzluğa adı karışanların isim ve makamları işlem yapacak kolluk ve adliye mensuplarını son derece korkutmaktadır. Hatta bu isimlerin zabıtlara geçirilmesi bir yana telaffuz edilmesinden dahi kaçınılıyor.
BİRBİRİNİ TETİKLEYEN OLAYLAR!
Dedim ya; bu günlerde, işte bu üç kitabı birden okuyorum.
Aslında, bu üç kitap; “Türkiye’de yaşananlar”ın, birbirlerini tetikleyerek yol açtıkları “zincirleme sonuçları” açıklıyor gibi!..
Meselâ, Ahmet Çağlayan’ın yazdığı “Ezan” adlı kitap, “Ezanı Türkçeleştiren”lerin ve “ibadetlere müdahale” edenlerin, aslında nasıl bir “vurgun ve soygun düzeni” peşinde olduklarını deşifre ediyor... Evet, “ibadetlere müdahale edenler”in gelip dayandığı nokta, Zeki Bingöl’ün kaleme aldığı “Türk İşi Mortgage” olarak vasıflandırılabilecek “vurgun, soygun ve peşkeş” düzenidir!..
Bunlar, “birbirini tetikleyen” olaylardır!..
Hüsnü Aktaş Hocaefendi’nin yaptığı da, bu düzene “isim” koymaktır:
“Medeni Vahşet!”
Tam da bu kitapları okuduğum şu günlerde, İzmir-Dikili’den gelen bir haber, “Medeni Vahşet”in hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne serecek nitelikteydi.
Önceki günkü Vakit’te yer alan haber şöyleydi:
“İzmir Dikili’de mübarek Ramazan ayı öncesinde ilçede ezan sesinin ulaşmadığı bölgelere takılan hoparlörlerin, SHP’li Belediye Başkanı Osman Özgüven tarafından söktürüldüğü ortaya çıktı. Kendi imkânları ile alıp, ilçenin çeşitli noktalarına monte ettirdikleri hoparlörlerin sökülmesine büyük tepki gösteren vatandaşlar, aralarında imza toplayıp, belediye başkanı hakkında şikâyette bulundular.”
EZANLA İLGİLİ ANEKDOTLAR
İşte bu haberi okurken, “Ezan” adlı kitapta anlatılan olaylar geldi gözlerimin önüne.
Düşünebiliyor musunuz;
1932-1950 yılları arasında tam 18 yıl süren “Türkçe Kur’an, Türkçe Ezan, Türkçe tekbir ve Türkçe hutbe okutma” girişimleri, ancak ve ancak 16 Haziran 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin 23 Haziran 1950’de bütün müftülüklere gönderdiği “genelge” ile sona erdirilmiştir!..
Peki, bu 18 yılda neler olmuştur?..
¥ Bir Cuma günü; “Türkçe Hutbe”ye itiraz edip, “Bu namaz olmadı” diye isyan edenler derhal karakollara götürülmüş ve orada bir güzel “benzetilmiştir!”
¥ 4 Şubat 1933 tarihinde bir “tamim” yayınlayan dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi, “ezanı Türkçe okumayanların cezalandırılacaklarını” bildirmiştir!..
¥ “Türkçe Ezan dayatması”nı delebilmek için, halk, minarelere “çocuk”ları ve “meczup”ları çıkarmış, onlara “ezanı aslî dilinde” okutmuşlardır.
¥ Milli Şef İnönü tarafından 2 Haziran 1941 tarihinde çıkartılan bir yasa ile, “Arapça ezan ve kamet” okuyanlara, 3 aya kadar hapis ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası verilmesi öngörülmüştür.
Bunun gibi daha nice “dayatma” örneği vardır ki, bunların hepsini burada yazmak mümkün değildir.
Ama, bir örnek var ki; her hatırladığımda tüylerim diken diken olur!..
“Namaz” için camiye gidenler, orada başlarına “takke” takmasın diye, saçlarına “zift/katran” sürülmüş, iyi mi?..
Yine o dönemle ilgili, bir de “sevindirici” bir örnek var ki, o da şöyle:
“Aslî dilde ezan”a izin verilince, Sultanahmet Camii’nin “6 minare ve 18 şerefesi”ne ayrı ayrı “müezzin”ler çıkmış ve 18 şerefede tam 18 müezzin, birer dakika arayla ezan okumuşlar!.. Camiye gelen cemaatin 10 bini aşkın olduğu, “sevinç gözyaşları” döktükleri kayıtlara geçmiştir!..
KATRANI ERİTSEN DE OLMAZ ŞEKER!
Aradan geçen 58 yıl sonra bugün, bu defa “aynı zihniyet” tarafından İzmir-Dikili’de “ezanın sesinin kesildiğini” duymak, beni yeniden “Milli Şeflik günleri”ne götürdü!..
Demek oluyor ki;
O zihniyet, hâlâ yaşıyor!..
O zihniyet, sadece “Halk”tan değil, aynı zamanda “Hak”tan da kopuk ve tahammülsüzdür!..
Hani, her zaman derim ya;
“Katranı eritsen de, olmaz şeker.
Cinsini sevdiğimin adamları, cinslerine çeker!”
Aynen öyle!..
“Şeflik despotizmi”ni yaşatıyorlar halka!..
Tabii, bunu yapmakla “yağma”ların, “peşkeş”lerin, “yolsuzluk” ve “soysuzluk”ların üzerini örtüyorlar!..
Ya da örttüklerini sanıyorlar!..
Hele söyleyin;
Bir “Medeni Vahşet” değil midir bu?!?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi