Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Başbuğ'lar, Koşaner'ler asli vazifelerine mi koşuyor?

Başbuğ'lar, Koşaner'ler asli vazifelerine mi koşuyor?

Başbuğ’lar, Koşaner’ler aslî vazifelerine mi koşuyor?
Vedâ töreni sırasında Büyükanıt giderayak bir tesbitte bulundu; ‘Yılanın başı Irak’da, kuyruğu burada.. Asıl, o başı ezmek gerekir..’ diye.. Aslında çok sıradan bir laf idi bu, amma, bir em. Gen. Kur. Başk. tarafından söylenince yine de üzerinde düşünülmeliydi..
İlginçtir, Büyükanıt onları söylerken, Bingöl’de, yani Irak sınırından en az 200 km. uzakta bir karakola geceleyin uzun namlularla açılan ateş sonucu 4 asker daha hayatını kaybediyor ve bir o kadarı yaralanıyor ve saldırganlardan olduğu söylenen iki kişinin de öldürüldüğü bildiriliyordu. Bu gibi kayıplar kamuoyunda artık, ‘vak’a-y’ı âdiyye’den sayılmaya başlandı.. Ama, net olan; oralarda askerî tedbir açısından da iyi gitmeyen bir şeylerin var olduğu..
Mayın döşeli olması muhtemel alanlardan, ‘önce sivillerin geçirilmesi’ni öneren kumandanın ‘hârika’ (!) buluşları üzerinde de bu cümleden durulmalıdır..
Amma, asıl canhıraş feryadı bir baba yükseltti.. Hayatını kaybeden o askerlerden birinin babası, cenaze töreninde, komutana, ‘Yahu komutanım, 15-20 günlük bir acemi er, eğitim almadan sipere gönderilir mi?’ diyordu. İddia gerçek ise, asıl facia, budur!
Veriniz, bunun cevabını, -emeklisiyle/muvazzafıyla- Büyükanıt, Başbuğ veya Koşaner’ler!
O babanın sorusunun cevabını siz vereceksiniz! Sivillerin sorumluluk alanı, ayrı..
Ama, Ergenekon İddianâmesi çerçevesinde ortaya her gün bir yeni iddia çıkarken.. Geçen sene, bir yarbayın Kocatepe Câmii’ndeki cenaze töreninde, bazı grupları Hükûmet aleyhine protesto gösterisine tahrik edenin em. Gen. Tolon olduğu iddiası da gündeme oturuverdi. Birileri ise, hâlâ işin alâyişinde, modern dünya devletlerinin ordularında görülemeyecek olan ve yaldızlı üniformalar ve parıldayan kılıçlarla, nice büyük harcamalarla yapılan ve canlı yayınlanan ‘devir-teslim’ törenlerinde bir yerlere tehdidler savurma yarışındalar..
Koşaner’in‚ ‘TSK’nın, ulusu dışında ayrı bir denetime de ihtiyacı yoktur..’ sözü ise, başka söze gerek bırakmayan bir başka tuhaflık..
Ordu Hükûmet’in emrinde ise.. Hükûmet otoritesi onu ve harcamalarını denetleyebilmelidir..
Ama, denetlenemeyenler halkımızı denetlemeye kalkışıyorlar, baskın çıkıyorlar..
Nitekim, 30 Ağustos törenlerinden, bir tören mahallinde, elinde bayrak taşıyan 5 yaşlarında bir çocukla başı örtülü annesi, sırf o başörtüsü yüzünden, bir subay tarafından tören mahallini terke dâvet ediliyordu.. Kadıncağız, inanıyorum ki, kendisine yapılan o aşağılık ‘aşağılama’ çabasını göğüsleyecek şuûrdaydı, ama, herhalde yavrusunun ruhunda meydana gelecek travmaları düşünerek olmalı; ‘N’olur, yapmayın..’ dercesine öyle bir yüzhattıyla bakıyordu ki o subaya; insanı eritiyordu.. Ama, o subay aldığı emri bir duvar duyarsızlığıyla uyguluyordu.
O tablonun başsorumlusu dün Büyükanıt idi, bugün Başbuğ, Koşaner ve diğerleri..
Koşaner’ler, ‘Cumhuriyetin temel niteliklerine sahib çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.’ diye kendilerini kanun-dışı alana düşmekten kurtarabilirler belki; ama, ya mâşerî vicdanında?
Ve bu gibi çok bir ‘sayın’ generaller, aynı günlerde, Antakya’da, 45-50’lerinde görülen albay veya üstü rütbedeki bir subayın, 37-38 yaşlarındaki, başı örtülü bir ananın elini öperkenki resmi de gördüler mi? Oğlunu askerlikte kurban veren anaya düzenin korumacılığı adına şükran borcu ödenirken; belki de ‘benim oğlum da asker olacak..’ diyen bir başka ana, inancından dolayı aşağılanıyor.. Güneydoğu’ya cihad âyetleri yazılı bildiriler atılışı hatırlanmadan..
Bu tablolardaki çarpıklığı Büyükanıt, Başbuğ veya Koşaner’ler, hiç düşünmemişler midir; yoksa bu sahneler, bilhassa mı tezgahlanmaktadır?
Org. Koşaner, şimdi Kara Kuvvetleri’ne hitaben yayınladığı bildiride, geçen sene kendisinin Gen. Kur. da II. Başkan olduğu sırada hazırlandığı iddia olunan ve yalanlanan bir ‘andıç’ta söylenen hususları genel çerçevesiyle tekrarlayan bir uslûb kullanıyor ve özgürlüklerin kötüye kullanıldığından yakınıyordu.. Daha önce de, ‘Cumhuriyetin temel niteliklerine sahib çıkmak, iç siyasetle ilgili değildir..’ diyen Koşaner’ler, anlaşılıyor ki, bu gibi sözlerle daha bir katı iç siyaset yapmak hevesindeler.. Ve, Başbuğ da, ‘laiklik yorumunu yapacak olan tek resmî makamın Anayasa Mahkemesi olduğunu’ söylemiyor muydu; Meclis’i yok sayarak?. Özgürlüklerin ve de yetkilerin kötüye kullanılmasından kim yakınmalıdır o halde?
Milletin kendi hayatını, inancını, haysiyetini ve ülkesini koruması için, vergisiyle, kanıyla, canıyla meydana getirdiği Ordu kurumunun kanunî sınırlar içinde kalmasını hatırlatmak, ordu düşmanlığı değil, tersine onu milletin hedefleri dışında kullananlara bir ihtar sayılmalıdır..
Böyle bir anda, son diğer gelişme ise.. 3 aya yakın zamandır tutuklu bulunan em. orgeneraller Eruygur ve Tolon’un, Kocaeli Garn. K. Korg. Galip Mendi tarafından Kandıra Cezaevi’nde TSK adına, ziyaret edildiğinin resmen açıklanması oldu..
‘28 Şubat’ günlerinde, gözaltına alınan Sincan Bel. Başk Bekir Yıldız’ı zamanın Ad. Bak. Şevket Kazan’ın, hapishanede ziyaret etmesi üzerine yükseltilen itirazları hatırlıyor musunuz? Üstelik T. Silahlı Kuvvetleri adına yapılan bu ziyaret, bir ‘yargıyı etkileme operasyonu’dur..
Tayyîb Bey, Şemdinli gibi şimdi de, devredışı bırakılmayı kabullenirse, büyük darbe yer..
*SİYASÎ İHTİRASLAR GEMLENEMEYİNCE..
Pakistan’da Devlet Başkanı General Perwiz Müşerref istifaya mecbur bırakıldıktan sonra.. Sular durulmak bir yana, daha da bulandı.. Çünkü, eşi (maktûle) Bînezîr Butto’nun başbakanlığı günlerinde yüzde 10 komisyonculuk ve diğer yolsuzluk ithamlarından 11 sene hapis cezası giyen Âsıf Ali Zerdarî, şimdi, Pakistan Devlet Başkanlığı’na gelecek gibi..
Bu şaşırtıcı uygulamaya engel olmaya çalışan Newaz Şerif, başarılı olamayınca, karma hükûmetten çekildi.. Ancak, şimdi Muşerref’in Pakistan Meclisi’ndeki uzantısı olan güçlerin desteğiyle Zerdarî yine de seçilebilir.. Ama, Zerdarî’nin partisinin desteği olmadıkça, Newaz Şerif veya bir başkasının devlet başkanı olması mevcud şartlarda imkansız.. Yani, mevcud durumda, Pakistan Zerdarî’ye mahkûm olmuş vaziyette..
*İKİ YOLDAN BİRİ: SAVAŞMAYAN BARIŞMALI,
BARIŞMAYAN DA SAVAŞMALI..
Erivan, Ağrı Dağı’nın hemen öbür tarafında bir başkent.. Türkiye’ye coğrafî olarak en yakın, amma, psiko-sosyal ve diplomatik açıdan en uzak başkent..
Bu şehir, İrevan, Revan gibi isimler de taşır.. Sultan 4. Murad 1639’da, Revan’ı Safevî İranı’ndan almıştı.. Bu şehir bir ‘müslüman’ şehriydi.. Son yüzyılda ermeniler yerleşti ve hiçbir mescid bırakılmadı.. Son yıllarda, İran’ın çabalarıyla bir mescid yapıldı..
Abdullah Gül’ün Erivan’a gitme ihtimali iyice güçlendi. Ve, MHP’den ihanet suçlamaları yükseliyor.. Halbuki, 1990’da Sovyetler’in çökmesiyle Ermenistan devleti kurulduktan hemen sonra Türkeş, Paris’te, o zamanki ilk Ermeni Devlet Başk. Leon Ter-Petrosyan’la görüştüğü gibi, o ve sonraki başkanlar da, defalarca gelmişlerdir Türkiye’ye..
Şimdi ermeniler Gül’ün bu gezisi dolayısiyle dostça el uzatıp, ‘şnorogalmi’ (teşekkür ederiz) diyebilmeli ve ermenilerin müslüman halklarla asırlar süren karşılıklı güveni yenilenmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi