“Birlik’ten yoksun yüzyıl”
Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılını geride bırakıyoruz... 1914’te başlayan savaş bizim için 1918’de bitti... Savaş bittiğinde İslâm’ın merkez toprakları Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin işgali altında idi. Anadolu bu işgali reddetti; işte bu “Millî Mücadele”dir.
İslâm dünyasının ana toprakları asırlardır düşman saldırısından emin bir hayat yaşıyordu. Osmanlı, İslâm dünyasının güney ve kuzey batısında Avrupa güçlerine karşı set teşkil ediyordu. Bütün mesele bu seddi yıkmaktı... 19. Yüzyıl bu uğurda savaşlarla geçti. Garb ocaklarını, Cezayir’i, Tunus’u Fransızlar işgal etti. Balkanlar bağımsızlık oyunuyla Osmanlı’dan koparıldı.
19. yüzyılın ikinci yarısında İslâm dünyasında sümürgeci ileri harekata karşı ciddi bir uyanış hissedildi. Yeni haberleşme araçları, geleneksel iletişim kanalları, haccın sağladığı yakınlaşma İslâm dünyasınında antiemperyalist bir şuur uyandırdı. İttihad-ı İslâm/İslâm birliği fikri yaygınlaştı. Müslüman toplumlar gözlerini Hilafet merkezine, İstanbul’a çevirdi.
İslâm dünyasının batı ucunu teşkil eden Osmanlı Devleti batıyla sürekli temas halinde idi, dünyadaki gelişmeleri karşısında kendini yeniden tanzim etme ihtiyacını hissetti. Gelenekle modernlik çatışması Sultan Abdülhamid döneminde ortadan kaldırıldı. Abdülhamid Han, Halife sıfatıyla İslâm âlemine yönelik bir siyaset takib etti. İslâm dünyasının Osmanlı hilafetine teveccühü İttihad-ı İslâm düşüncesinin bir tezahürü idi.
O zamanın dünya hâkimi İngiltere bu gelişme karşısında Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve hilafetin ortadan kaldırılması siyasetini uygulamaya yöneldi. Birinci Dünya Savaşı İngiltere’ye bu fırsatı verdi. İngiliz literatüründe bu savaşın isimlerinden biri de “Türk veraset savaşı” idi. Osmanlı/Türk İmparatorluğu yıkılacak, mirası Avrupa’nın sömürgeci devletleri arasında paylaşılacak, böylece İslâm dünyası başsız bırakılacaktı.
İngiliz siyaseti bu, müttefikleri de Fransa, Rusya ve İtalya olunca, Osmanlı’nın Almanya ile işbirliğinden başka alternatifi kalmıyordu. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya savaşında Alman müttefikleri ile işbirliği İslâm dünyasına “Cihad-ı mukaddes” olarak yansıdı. Hep söylenen şudur: Halifenin cihad ilanı bir işe yaramadı!
Bunun bir İngiliz karşı propagandası olduğu şüphesizdir. İslâm dünyasının umulan ilgiyi göstermemesi, cihad çağrısının ilgi görmediği anlamına gelmez. Fakat, inkılap tarihçileri cihad ilânının Müslüman dünyası tarafından görmezden gelindiğini iddia etmişlerdir. Mesela Cumhuriyet’in liderlerinin ünlü biyografı Şevket Süreyya Aydemir, cihad ilânının “dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir Müslüman kitlenin kılını dahi kıpırdatmasında etkili olmadığı”nı yazabilmiştir. Bu idrak sınırlarını zorlayan iddia karşısında, hiç bir şey olmasa bile, Şeyh Senusî’nin cihad ilânına uyarak İngilizlerle savaşması, ardından aynı gayeye hizmet için İstanbul’a gelmesi ve nihayet Anadolu’da başlatılan Millî Mücadele’ye katılmasının kıl kadar değeri olmadığını düşünebiliriz! Bunun nasıl bir kadirbilmezlik ve hakikat düşmanlığı olduğunu da görmek zorundayız.
Cihad ilânından sonra Osmanlının yanında yer alan Arap liderleri Mısır ve Kızıldeniz’i çevreleyen bir hilâl teşkil etmişlerdir. Şeyh Senusî ve Libyalıların cihad davetine uyduklarından şüphe etmek mümkün değildir. Batı Sudan’da Darfur’un sultanı Ali Dinar 1916 sonunda şehid oluncaya kadar İngilizlerle mücadele etti. Ondan sonra da mücahidleri 1917 sonuna kadar İngilizleri zora soktu. Somali’de Menla Mehmed bin Abdullah, 1917 Eylül’ünde de Kızıldeniz kıyısında Cibuti’nin kuzeyinde Raheita Sultanı Ahmed cihada katıldı. Kızıldeniz’in doğusunda İmam Yahya, Mehmed Nâsır Paşa, Hicaz bölgesindeki bazı aşiretler, Necid Emiri İbnürreşid ve Irak’ta Uceymî Sadun (Acemi Paşa) hilâlin öteki ucunu tamamlamaktadır. Şeyh Senusî ve Acemi Sadun Paşa, kendi ülkelerinde cihada iştirak ettikleri gibi, Türkiye’de de Millî Mücadele’yi destekleyerek cihadın devamı mahiyetinde mücadelelerini sürdürdüler.
Cihad’a karşı İngilizlerin cevabı 1916'da Hüseyin’in "Arap isyanı"dır. Bu isyan Afganistan ve Hindistan'daki Müslümanlar arasında şiddetli infiale yol açtı. Hindistan Müslümanları, bu isyanı Halife'yi en zor bir anında "arkadan vurma" olarak gördüler ve Hüseyin’i lânetlediler.
Millî Mücadele, zamanında “Millî Mücahede/Mücahede-i Milliye” (yani millî cihad) olarak da anılmıştır. Millî Mücadele için bütün Anadolu’da cihad ilân edilmiştir. İngilizlerin baskı yaparak yayınlattığı fetvaya karşılık, Anadolu’da müftüler, müderrisler, âlimler tarafından imzalanan bir karşı fetva çıkarılmıştır ki, bu fetvada, Anadolu’daki mücadelenin “cihad” olduğu ve bu uğurda ölenlerin şehid sayılacağı beyan edilmektedir.
1.Dünya Harbi sırasında Cihad ilânı, Ortadoğu’nun kurtarılmasını sağlamamışsa bile, Türkiye’nin düşmana karşı savunulmasında ve kurtuluşunda esas rolü oynadı. Millî Mücadele başlangıçta bütün İslâm âlemini gözeten; birliği, “vahdet”i esas alan bir hareketti. Bu hareketin stratejisi, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelir gelmez yayınlanmaya başladığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 27 Ocak 1920 tarihli “Hilafet ve âlem-i İslâm” başyazısında ifade edilmiştir. İslâm dünyasının desteği, hilafet otoritesinin varlığı olmadan mücadelenin sonuca ulaştırılması mümkün değildir. M. Kemal Paşa tarafından yazdırıldığı/yazıldığı tahmin edilen bu yazı Sakarya Savaşı’nın kazanılmasına kadar takip edilen siyasetin esasını ortaya koymaktadır. Zafere yaklaşılırken siyasetin ustaca değiştirildiği, İngiliz siyasetine yakın bir yörüngeye girdiği sonraki gelişmelerden kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Birlik gözetilmeden, vahdet dikkate alınmadan Türkiye’nin kurtuluşunun tam bir müstakillik sağlamadığını şimdi daha iyi görebiliyoruz. Osmanlı sonrası Türkiye Devleti’nin kuruluşu ve onun takip ettiği devrim siyaseti, karşı tarafta şah olan bir ülkenin İngiliz tarafında piyon haline dönüşmesi olarak okunsa yanlış olmaz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.