Adalet Terâzisi
Kâinattaki bütün varlıklar, kendi yörüngesinde çok hassas ve ince bir DENGE içinde yürür. İlâhî adalet denilen bu düzenle, huzur ve adalet tecelli eder. Uzaydaki milyonlarca yıldız, bu denge nizamıyla birbiriyle çarpışmadan milyonlarca yıldan beri yörüngesinde seyrederler. Canlı-cansız hareket halindeki bütün varlıklar, bu adalet terazisinin denge kurallarına uygun hareket etmek zorundadır. Aksi halde nizam bozulur, kargaşa ve fesat zuhur eder.
Zerreden kürreye kadar, canlı cansız bütün varlıklar, hareket halinde ve belli bir yörüngede, belli denge kanunları içinde, kader çizgisinde devam etmektedir. Hiç birisi çizginin dışına çıkamaz. Divan edebiyatı şairimizin dediği gibi: “Behâim çıkmaz hılkatin sabit hududundan.-Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücudundan.” İnsanlar farkında olmasa ve çizgi dışına çıksa da bu sınırlar içinde kalmak zorundadır. Er veya geç İlâhî adalet tecelli eder, denge sağlanır.
Her hangi bir sebeple taşkınlık yapılarak, sınırlar çiğnenir, denge bozulur ve haksızlık yapılırsa buna ZULÜM denir. Güç ve imkân sahipleri bu silahı kötüye kullanarak, zulmederlerse, geçici bir süre mutlu olabilirler. Ancak bu fazla sürmez, haksızlık kimsenin yanına kâr kalmaz, mazlumun ahı asla geri çevrilmez, perdesiz olarak doğrudan kâinatın sahibine ulaşır ve mutlaka adaletin şaşmaz terazisi DENGEYİ KORUR.
Şair ne güzel söylemiş: “Zalimin rişte-i ikbalini bir AHH keser. Mâni-i-rızkın rızkını Allah keser.” Zira küfürle ayakta kalınabilir, ama zulümle asla payidar olunamaz. Çünkü mülkün temeli adalettir.
Adaletsiz mülk göçer, zalimin başına yıkılır. İnsanlık tarihine baktığımızda bunun tipik örneklerini çokça görebiliriz. Nice zalim diktatörler, nemrutlar, firavunlar, kan emici yol kesen deccallar gelmiş ve mazlumların kan ve gözyaşlarında boğulup gitmişler, Hak daima üstün olmuştur.
Hak ve adalet çizgisi üzerinde yürüyenler, zorluk ve engellere rağmen başarı kazanırlar. İçi hak ile, dışı da halk ile olan âdil yöneticiler ve yargıçlar sevilir, yücelir ve bu kubbede hoş seda bırakırlar. Hak ve adaletin hâkim olduğu Devletler ise daha da güçlenir payidar olurlar. Dünyadaki en uzun ömürlü İmparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu bunun örneğidir. İşte Osmanlıdan bir adalet örneği:
Sultan Orhan Gazi zamanında Ahmet Ağa isimli bir köylü, tarlasını Mehmet Ağa’ya satmıştı. Mehmet Ağa tarlayı sürerken sabanın demirine sert bir cisim dokunduğunu fark etti. Toprağı eşince bir testi dolusu altın buldu.
Mehmet Ağa; “Bu altınlar benim değil, tarlanın eski sahibi Ahmet Ağa gömmüş ve unutmuş olmalı.” Diyerek altınları tarlanın eski sahibine götürüp verdi. Ahmet Ağa, “Hayır bu altınlar bana ait değil, tarla sahibi sen olduğuna göre bunlar senindir.” Dedi. Durumu kadıya anlattılar, kadı da, “Mademki, ikiniz de altınların sahibi değilsiniz, öyle ise Beyt-ül Mal’e teslim edelim.” Dedi. Köylüler de bunu kabul edince, kadı hemen orada istifa etti.
İstifa gerekçesi şu idi: “Benim vazifem, hakkı hukuku tevzi etmektir. Halbuki, bu milletin fertleri birbirinin hukukunu çiğnemiyorlar. Ben de haksızlık yapıp onların keselerinden maaş almayım.”
İşte ecdadımız Osmanlı’yı 600 sene ayakta tutan ve dünyada süper güç yapan ruh, bu hak ve adalet anlayışı idi. O halde bugün biz de, karşımızdaki kim olursa olsun, çıkarımıza aykırı da olsa, bizden olmasa da, adalet terazisini dengede tutmak zorundayız. Hak ve adalet duygusu herkesin güveneceği ve içini ısıtan yüce bir duygudur ki, daha da yüceltmeliyiz.
Aksi halde, adaleti ve Devlet gücünü kötüye kullanarak, masum insanlara kumpas kurmak, algı operasyonu ile darbe yapmak, sindirmek, korkutmak ve hapse atarak zulüm yapmak, haysiyet cellatlığı ve hukuk cinayetidir. Bunu yapanların dünyada ve âhirette cezaları ağır olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.