Şu çılgın aydınlar
Medya dünyasında, kendilerinde cahil bir halkı eğitme görevi vehmeden bir kısım “aydınlar” var. Krem reklamındaki gibi, “Her eve lazım” diye düşünüldüğünden olacak, bu arkadaşların değerli fikirleriyle de her yerde ve her vesileyle müşerref olabiliyoruz.
Senelerdir inanılmaz bir istikrar içinde “Türkiye’nin kendine özgü koşulları bulunduğunu, bu nedenle de standardı epey düşük bir demokrasiyle yetinmemiz gerektiğini” söyleyip duruyorlar gazete köşelerinde veya televizyonlardaki tartışma programlarında. Her ne kadar “sayın bakalım şu özel koşulları” dediğinizde, daha çok ülkemizin “karanlık emellere sahip hain komşularla” çevrili olduğundan söze başlasalar da, bir süre sonra asıl “özel koşul”un “içerde” olduğunu anlıyorsunuz. Halkımız da çok cahil canım!
Bu arkadaşlara göre demokrasi, halk ona layık olduğunda birileri tarafından kapsamı genişletilecek bir lütuf, layık olmadığında ise yine birileri tarafından kesilip budanacak tüysüz tavuk kanadı gibi bir şeydir. Dolayısıyla halk yeterince “olmadan” demokrasi verilemez. Kuşkusuz bunu böyle keriz uyandıran cinsten bir açıklıkla bodoslamadan söylemek yerine, bilimsellik vehmi uyandıran cümlelerle, yani gargaraya getirerek söylüyorlar. Geçenlerde, bu sevimli aydınlatmacılarımızdan biri, televizyonda yakınıyordu yine: “Demokrasi ancak eğitimli toplumlarda olur. Eğitim düzeyinin düşük olduğu toplumlarda demokrasi işlemez, işletilemez.” Bunun daha açık tercümesi şu: “Önce halkı eğitip demokrasiye uygun hale getireceğiz.” Peki kim yapacak bu işi? Elbette bu “aydınlatmacı” arkadaşlar. Zaten işi dönüp dolaştırıp eğitime getirmekle, daha başta kendilerini “sıradan fanileri eğitecek imtiyazlılar” konumuna zımnen yükseltmiş oluyorlar. Eğitimin öneminden bahseden biri herhalde o eğitime sahiptir ki bunu gündeme getirebiliyor. Eğitime konu edilecek “bilgi” nedir derseniz, o da ayrı bir heyula tabi. Bu arkadaşlar, 19. yüzyıl pozitivizminin bile gerisinde kalmış birkaç tekerlemeyi bilgi diye habire tekrarlayıp duruyorlar: “Din gericiliktir. Din ‘vahiy’ der, oysa bilim ‘akıl’ der. Laboratuvar giren yere inanç girmez. Aydınlanma, kutsalı hayattan uzaklaştırmakla gerçekleşir.” Bu tekerlemeleri küçümsemeyin sakın. Bunları bilen “pozitivist nirvana”ya ulaşmıştır! Daha da önemlisi bunlar öyle bilgilerdir ki, bunları bilenlerin, bilmeyenler üzerinde doğal olarak bir hakkı ve ayrıcalığı doğar. Nazar değmesin, Descartes gibiler: “Biliyorum, o halde bana sıradan faniler üzerinde bir hak doğdu!” Artık buna ister eğitme hakkı deyin, ister adam etme hakkı, ister sopalama hakkı, ister demokrasinin hangi düzeyde lütfedileceğini tayin hakkı… Size kalmış.
Evet, ne diyorlar, demokrasi için eğitim şart. Siz, “Sovyet toplumu dünyanın en eğitimli toplumu iken totaliter bir düzenin ayakları altında yıllarca ezilmiştir. Demek ki eğitimle demokrasi arasında illa da ilişki kurmak doğru olmayabilir” deseniz de boş. Siz onlardan iyi mi bileceksiniz? Susun ve sular aydın aydın akarken testinizi doldurmaya bakın.
Kaldı ki, siz bir mucize gerçekleştirip eğitimle demokrasi arasında her zaman doğrudan ilişki kurmanın yanlışlığı hususunda onları ikna etseniz bile, sırada bir başka tez vardır: “Demokrasi refah düzeyiyle bağlantılıdır. Bir ülkede fert başına milli gelir 4-5 bin dolar civarındaysa orada demokrasiyi kurmak ve yaşatmak mümkün değildir. İncelemeler göstermiştir ki, fert başına milli geliri 10 bin doların altına düşen ülkelerde demokrasi gelişememiştir.” “Eğitim şart”tan sonra “Gelir şart” vaziyeti yani. Türkiye’de fert başına düşen milli gelir belli. Demek ki demokrasi beklemeye ya da talep etmeye gerek yok! Bir keresinde “demokrasi gelir düzeyi düşük ülkelerde yaşamaz” diyen bir “aydınlatmacı”ya televizyonda sormuşlardı: “Hindistan fert başına 300-500 dolarlık bir milli gelirle nasıl olup da darbeden, muhtıradan uzak ve istikrarlı bir demokrasiyi sürdürüyor?” Aydınlatmacımız, “valla, doğrusu onu ben de anlayamıyorum” demekle yetinmişti. Kaldı ki, bu tezi çürütmeniz de yetmez; çünkü ülkemizde demokrasi olamayacağını hatta olmaması gerektiğini gerekçelendirmek için ileri sürecekleri daha başka bir sürü faktör söz konusudur Bektaşi misali, belki de “aslında demokrasi diye bir şey yok” diyecekler ama dilleri varmıyor. Normal bir ülkede, bırakın aydın geçinen birini, sokaktaki sıradan bir vatandaş söylese dahi gülünecek lafları, televizyonlarda ve gazetelerde yorum adına, analiz adına söyleyenlere “aydınlanma önderi” muamelesi yapıldığını gördükçe, gayri ihtiyari o büyülü cümleyi söylüyorum ben de: Gerçekten bu ülkenin “çok özel koşulları” var galiba. Böyleleri her ülkeye nasip olmaz çünkü.
--------- münaşaka Türkiye’de bir zamanlar “Eğitim olmasa maarifi ne güzel idare ederdim!” diyen bakanlar varmış. Şimdilerde ise; “Halk olmasa, demokrasimiz tadından yenmezdi” diyen “aydınlatmacılar” revaçta!.. ---------
sözünözü Paul’un Peter hakkındaki sözleri, Peter’den çok Paul’u tanımamızı sağlar. (Spinoza)