Merhaba

Merhaba

Bir başlangıç yazısı nasıl yazılır? Kuralları, usulü-erkanı var mıdır? İlk ne denmeli? Herhalde köy odasına girerken oturanları selamlamak gibi tabii olmalı. Sonra odada sizi tanımıyorlarsa, kim olduğunuzu, neden gelip nereye gittiğinizi, hizmetin ne olduğunu kısaca izah ediverirsiniz.
İyi de köy odasının gelenekleri teşekkül etmiş, üslubun bile formları var. Sanal âleme merhaba derken ne diyeceksiniz? İnsanın iç dünyasında, uçlarını tutamadığı bir tedirginlik gelişiyor. Bir yönüyle kendinizi, görücüye çıkıyormuş gibi hissediyorsunuz. Tabi buradaki bakılacak değer, fizikî yapı değil. Düşüncelerin, kalemlerin okur huzuruna çıkması. Aslında fikir alış-verişinin süratli olabileceği bir ortama selâm verip girme niye tedirginlik olsun? Tam tersine bunda birkaç yönden güzellik var. Bahar çiçeklerinden biri olabilmek bile bir bahtiyarlık. Hasbi bir tebessümle yüzlere açabilmek, kirlenmemiş bir renkle canlanıp-solabilmek, kendi olabilmek. Bir de adı gibi Engin bir yürekle size gelindiğinde yapabileceğinizi yapmak. Bütün sıkıntılarınıza rağmen görevden kaçmamak.
Aslında Türkiye’de yaşayan, günümüz dünyasının ferdi olan insan için konuşacak, yazacak konuya sınır mı var? Hele o ihtiyar dünyanın doğusundan, o doğu içinde de İslâm Âleminden, biraz daha özelleşince Türk iseniz yazacaklarınız çok olacaktır. Gönül dostları bulabilirseniz, hasbihal edeceğiniz konular tümen tümen artacaktır.
Çünkü İslâm âlemi, biraz bardağın boş yanından baktığınız zaman cidden yangın yeri durumundadır. Yeryüzünde işgal edilen ülkelere bakın, İslâm ülkeleri görülecektir. Bir kaçar değil, binler yüz binlerce öldürülenlerin bulunduğu yerlere bakınız; İslâm toplumları karşınıza çıkacaktır. Keşke Ziya Paşa, şu meşhur kıyasını yapmasaydı. Hani “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm/ Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün viraneler gördüm” der ya. Fazla değişen bir durum yok gibi. Geçen onca zamana rağmen yine aynı harabat devam eder gider. Üstelik faillerde de aynılık nedense berdevamdır. Ziya Paşa’nın 1880’de bu dünyadan göçtüğü düşünülürse yüz elli yıldır aynı görüntü, aynı dram.. Bitmek bilmeyen bir Haçlı saldırısı.. Biri dursa diğeri, biri yavaşlasa başkasının başı çektiği işgaller.. Kuzeyden Rus’u, batıdan Avrupa’sı, Atlantis’in öte yakasından Amerika’sı doymak bilmez bir iştiha ile fırsatları değerlendirip çapullarını sürdürür durur. Dünya onların bütün tahriplerinin, kıyımlarının meşruiyet alanıdır. Hesap sorulmaz, neden aranmaz. Ancak onlar yapmışsa haklı görülür, haklılıkları kabullenilir. “Güç bende” diyenin, bu kadar kıyıcı olduğu başka bir çağ yoktur. Hatta insanoğlunun var oluşundan önceki çağların hayvanlarında bile bu derece kıyım henüz bilinmemektedir. Diyelim ki, demokrasi götürülen bir ülkedeki demosun (halk) yok edilme miktarı dudakları uçuklatıcı düzeydedir. Sadece Irak’taki son işgal döneminde öldürülen insan miktarının bir buçuk milyonla telaffuz edilir olması ürkütücü değil midir? Peki, ülkesi yağma edilen, insanları öldürülen, yönetimi yerli işbirlikçilerin hıyanet eline tevdi edilen bu coğrafya, Hıristiyan âlemine mensup olsaydı hangi gelişmeler olurdu? Ya da askerleri, sınırdan “müttefik” denilen bir gücün işgal alanından silahlandırılarak gönderilen çeteler tarafından şehit edilen ülke Amerika olsaydı hangi olaylar yaşanırdı? Veya etrafı sekiz-on metreye varan yükseklikte yedi yüz kilometrelik duvarla çevrilen ülke İsrail olsaydı, dünya nelere şahitlik ederdi? Bırakın İsrail’i açık hava hapishanesine çevirmeyi, Avusturya’da İsrail aleyhine gelebilecek bir doğruyu söyleyebilir misiniz? Yani “bu kadar da olmaz, İsrail’in yaptığı yanlış, insanlık dışı” diyebilir misiniz? Dediğiniz zaman başınıza hapis dâhil neler geleceğini tasavvur etmeniz mümkün mü?
Zulüm ve haksızlıkta bu kadar dayanışma ne için, ne adına modern insan anlama şansına sahip mi?
En iyisi bardağın dolu tarafına bakmak.. İyi de boş tarafın dağdağasından dolu tarafa bakmaya takat mi kalıyor?
Batı Medeniyeti, erdem adına, insanî değer adına bütün yüce duyguları, çıkarın, bencilliğin kör kuyusunda tüketmiş gözüküyor. Üstelik bu düşüş sadece kendisini ilgilendirse, kazdığı kuyuya düşenin çilesini çeksin, diyebilirsiniz. Hâkimiyet, etki alanının dünyayı kavraması bütün insanlığı düşüşe götürmektedir. Çıkış ne zaman?
Köy odalarındaki bahadırların asil uyanışını, dünyaya seslenişini her halde beklememiz gerekecek.. Çok mu bekleriz? Hasbî muhabbetlerin, sade, candan insanlarının dünyaya verecek bir şeyleri olmalı. Modern insanın kaybettiklerini, saldırganların bulamadıklarını kazandıracak, hatırlatacak bir şeyler..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi