Ölüye Tapınma Ve Gericilik
Mehmet Barlas, Sydney'in kuzey sahilinde annesini kaybettiği açıklanan bir aylık yavru balinanın, annesi zannettiği yata sürtünmeye çalışmasını konu edindiği yazının bir yerinde şöyle diyor:
“Bu tür arayışlar toplumsal düzeyde ise balinalarınkine benziyor.
Cansız varlıkları, binaları, eşyaları ana ve babalarının yerine koyup, onlara sürtündükleri zaman, öksüzlüklerinin ve yetimliklerinin sona erdiğine inanıyor toplumlar.
Bunu mesela Kuzey Kore'nin müteveffa diktatörü Kim İl Sung'a hala tapınılmasında görmüyor muyuz?
Kuzey Kore'yi ziyaret eden turistler bile Kim İl Sung'un heykelini selamlıyor, çelenk koyuyor ve ondan sonra turları başlatılıyor.
Bu durumu en iyi değerlendiren kişi ise, ölü diktatörün oğlu olan şimdiki diktatör Kim Dae-Jung...
Bu yavru diktatör hem babasına tapınmayı bir devlet politikası olarak sürdürürken, kendisine tapınmayı da bunun uzantısı olarak sunuyor.
Bu arada halkın yoksulluğu, ülkenin gelişmemişliği, pek konuşulamıyor.
Gelişmiş ve demokrasiyi özümsemiş toplumların, öksüz kalmış yavru balinalara benzemeleri çok zor.
Onların siyasetinde de, tüm toplumsal yaşamlarında da, yarış canlılar arasında oluyor. Yaşayan, icraat yapan, başarısızlıkların ve başarıların sahibi olan kadroların karşısına, yaşamayanlar rakip olarak çıkartılıp, "O yaşasaydı böyle yapmazdı" denilemiyor.
Türkiye'nin demokrasi yolundaki atılımları, toplumun balina yavrularına benzemesi ihtimalini de azaltmaktadır.” (http://www.sabah.com.tr/barlas.html)
Yazıda bir şeylerin eksik kaldığını hissediyorsunuz değil mi? Neden onu söylemiyor acaba usta gazeteci?
Mesela şu sözleri düşünelim: “Onların siyasetinde de, tüm toplumsal yaşamlarında da, yarış canlılar arasında oluyor. Yaşayan, icraat yapan, başarısızlıkların ve başarıların sahibi olan kadroların karşısına, yaşamayanlar rakip olarak çıkartılıp, "O yaşasaydı böyle yapmazdı" denilemiyor.”
İyi de, burada burnumuzun dibinde Atatürkçülük, Kemalist İlkeler, Atatürkçü Düşünce Sistemi ve ulusalcılık dururken, ta Kuzey Kore'ye gitmeye ne gerek var?
O “yavru diktatör hem babasına tapınmayı bir devlet politikası olarak sürdürürken, kendisine tapınmayı da bunun uzantısı olarak sunuyor. Bu arada halkın yoksulluğu, ülkenin gelişmemişliği, pek konuşulamıyor” da, sanki burada ölmüş gitmişlerin devlet politikası, halkın yoksulluğu ve ülkenin gelişmemişliğine rağmen sürdürülmüyor mu? Bunu tenkit edenlerin hala başlarına bir sürü rahatsızlıklar gelmiyor mu?
“Ve orasını ziyaret eden turistlere bile Kim İl Sung'un heykelini selamlıyor, çelenk koyuyor ve ondan sonra turları başlatılıyor” derken, ülkemizi ziyaret eden her diplomat veya önemli kişiyi Anıtkabir’e götürmeyi, gitmeyenlere olmadık hakaretleri yaparak ilişkileri kesmeye davet etmeyi neden zikretmiyor?
İşte ustalık burada galiba! Netameli konulardan uzak kalabilmek yani.
Alıntının son cümlesine tekrar bakar mısınız? Açılımı şu; Türkiye de Kuzey Kore gibi balık alıklığındadır. Hala bu ülkede de ölüler etkindir. Ama demokrasi yolundaki atılımların, böyle bir “balık alıklığından” ülkeyi kurtarma ihtimali vardır.
Burada Atatürk’ün bereket ki bir oğlu yoktur. Olsaydı, Kuzey Kore’deki uyanık gibi bir hayli menfaat derleme ihtimali vardı. Baksanıza sayın Baykal’a, CHP yi “Atatürk’ün Partisi” diye lanse edip duruyor ve başkasına oy vermeyi “rejim tehlikesi” olarak sunuyor. Maazallah bir de onun oğlu olsaydı, kim bilir neler derdi?
Şu sözler ülkemizde bir devrin üstünü örtmeyi gerektiren devrim mahiyetindedir: “Onların siyasetinde de, tüm toplumsal yaşamlarında da, yarış canlılar arasında oluyor. Yaşayan, icraat yapan, başarısızlıkların ve başarıların sahibi olan kadroların karşısına, yaşamayanlar rakip olarak çıkartılıp, "O yaşasaydı böyle yapmazdı" denilemiyor.”
Çağdaş demokrasilerde fikirler gelişir ve değişir. Bir adama, bir fikre, bir ilkeye, bir sisteme körü körüne bağlı kalınmaz. Akıl akıldan üstündür. Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır. Bir yerde durup kalmak, yürüyenlere göre geri kalmayı kabullenmektir.
İyi de, batılı ülkelerde bu değişim ve gelişimi muhafazakarlar karşısında solcular dillendirir. Ama bu ülkede bütün değişim ve gelişimi İslamcılar ve muhafazakar veya liberal demokratlar isterken, bütün değişim ve gelişimin karşısında solcular vardır. Bunu nasıl izah etmeli?
Üstelik bu statükocu değişim ve gelişim karşıtları, tutar bir de muhaliflerini “tutucu, gerici, çağdışı” diye yaftalamazlar mı?
Güler misin, ağlar mısın?
Dilim varmıyor ama, Engin Ardıç haklı mı yoksa? (http://www.sabah.com.tr/ardic.html)