Merhum Ali Parlak Hocamız
“İşte o ilkin saydığım ihlaslı insanlardan tanıdığım bir iki kişiden bahsetmek istiyorum sizlere” demiştim. Hemen başlayalım:
İlki merhum Ali Parlak hocamızdır. “Geride kalan sevdiklerini üzer mi acaba?” diye düşündüğümden ötürü bu hatırayı yazıp yazmamakta tereddüt ettim. Sonra “belki de hayırla anılmalara, hayırlı yâd edilmelere, dualara, Fatihalara sebep olur. Kaldı ki alimler öteden beri maddi sıkıntı çekmişlerdir. Bu bir ayıp ve noksanlık değil ki? Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)in “el-Fakru fahrî” demesine bakarsak üstelik bu, onların süsü sayılır” kanaati ve hoşgörü ümidiyle yazmaya karar verdim.
Ali Parlak hocam bu şehirde yaşayan herkesin onu sevdiğine inandığım kibar bir hoca, salih bir insandı. Dostlarla olduğunda yüzünde tatlı bir tebessüm hiç eksik olmazdı. Onun ötesinde ise derin bir sükut ve çarpıcı bir hüzün de öyle yerleşmişti o tatlı simasına. Çok sakin, huzurlu bir hali vardı.
Ali Parlak hocam çok küçük yaşta hafız olmuştu. O günlerde Türkiye’de din eğitimi yasak olduğundan kaçak yollarla Suriye’ye gitmiş ve İslamî ilimleri tahsil etmişti. Ezher’den de diploma alarak Diyanet’te imamlık, vaizlik ve büro amirliği yapmıştı. Az da olsa isteyenlere Arapça okutmuştu. 1980 li yıllarda Ulucami’de imamlık yaparken sabah namazından sonra hücresinde bir arkadaşımla birlikte üçümüz çok az bir süre Merğinanî’den “Hidaye” okumuştuk.
Rahmetli o zamanlar imamlık ve vaizliği beraber götürürdü. Hücresinde çarşı esnafının fıkhî sorularına cevap verirdi. Akşamları cami hücresinde veya evlerde sohbetler yapardı. Zamanın Müftü Efendisi iyilik yapmak gibi iyi niyetli bir düşünceyle onu Müftülüğe şef olarak atadı. Ama bu iş onu hem yalnız, hem de alıştığı hizmetlerinden mahrum bıraktı. Sanırım iyi olmadı.
Uzun süre kirada oturan bu hocamız nihayet bir ev yaptırıp içine oturmuştu. Fakat anlaşılan borçları boyunu aşmıştı. Ziyaretine gittiğim bir gün bana:
- Hocam, bazı kitaplarımı satmak istiyorum, bana yardımcı ol, dedi.
- Hocam, yardımcı olmaya hay hay. Ama kitaplarınızı satmaya gelince bunu hiç istemem. Bu kitaplar en çok buraya yakışır, hem de sizlere her zaman gerektir.
- Kalanlarla idare ederim. Mecbur olmasam bunu size söylemeyeceğimi bilirsiniz.
- Evet hocam, işin ciddiyeti meydanda. Ancak başka bir çözüm arayalım demek istedim.
- Başka bir çözüm yok Cemal’ım, olanları bitirdik.
- Tamam hocam, ben bir bakayım, size bilgi veririm sonra.
- Tamam.
Evinden çıktığımda Ahır dağının bütün deli poyrazı benim başımda esiyordu sanki. Maraş’ın birkaç aliminden birisinin durumu bu idi. Oysa bölge dışından gelmiş alimlerin yoksulluğu belli olduğundan onlara geçim veya ev yapımında yardımcı olan bazı dindar zenginleri duymuştum. Ama üstü örtülü olan yerlilerden demek ki pek haberleri yoktu.
Neyse, çıktım oradan ve istişare için aklıma gelen birkaç dosttan ilk sırayı alanın yanına gittim. Konuyu müzakere ettik. Kanaatimce öyle gözüküyordu ki, zaten sattığı kitap hoca efendiyi borçlarından yana pek de rahatlatmayacaktı. O dost, “tamam hocam, başka bir yere gitmenize gerek yok. Biz gerekeni münasip şekilde yaparız. Gerekirse kitaplarını alır, yine kendisine hediye ederiz” dedi.
Sevgili hocamla daha sonra karşılaştığımızda tatlı tatlı tebessüm ediyordu.
Evet, muheterm hocamız ilmini karşılık beklemeden halka sunan, değersiz dünya menfaati için küçülmeyen, ilmin izzetini koruyan, kibir ve ucbdan, riyada ve süm’adan uzak, rivayeti kendinden menkul faziletfuruşluklara tenezzül etmeyen bir örnek hoca efendi idi.
Allah rahmet eylesin, cümle sevenleriyle birlikte Cennetinde buluştursun inşallah.