Padişah ve başkan
Başkanlık sistemi konuşuluyor... Bu sistemi dünyaya hediye eden Amerika... Kıt’a Avru-
pa’sında Fransa’da “Cumhuriyet”le neredeyse eş zamanlı. İngiliz sömürgesi olan ABD’nin istiklâl ilânı 4 Temmuz 1776’da. Anayasa ise 12 sene sonra, 1788’de. Meşhur Fransız ihtilali 1789’da, cumhuriyet ilanı ise 1792’de. Fransa’da cumhuriyet kesintili olmuş. O yüzden numaralanıyor, şimdi “5. Cumhuriyet” galiba. Sonunda yarı başkanlık sisteminde karar kıldılar.
Konu önemli, enine boyuna konuşulması, tartışılması lâzım. Hatta sadece siyaset çerçevesinde değil, ilim ve fikir zemininde de konuşulup tartışılmalı. Fakat buluttan sadır olan hamasî yiğit savurtturmalarla bu konu yerli yerine oturtulamaz. Her şeyin yolu ve yordamı var. Akıl var, yakîn var. Tarihî tecrübe var. Buludî yorumlara göre, bir asır önce büyük çıkış yapmışız. Acaba İttihatçıların Meşrutiyet darbesi mi kastediliyor, 1. Dünya Savaşı mı?
Önce tarih bilmek lâzım! Hele de yakın tarih. Dolma top gibi kulaktan olmaz, okumak lâzım. Tek satır okuma, fakat konuş babam konuş, yaz babam yaz!
Cumhurbaşkanımız tercihinin başkanlık sistemi olduğunu söylüyor. Eleştirilerin iler tutar yanı yok. En kolay eleştiri de başkanlığın padişahlık olduğu yönünde. Tayyip Bey “başkanlık sistemi padişahlık değil” açıklaması yapmak ihtiyacını hissediyor.
Başkanlıktan başkanlığa fark olduğu gibi, padişahlıktan padişahlığa da fark var.
Bugün bir padişahtan örnek verelim. Akla ilk kim gelir? Muhteşem Süleyman mı? Osmanlı zirvesinin padişahı...
Osmanlı sisteminde ülkenin sahibi padişahtır. Fakat yürütme onun işi değildir. Güçlü yetkilerle bir sadrazam görevlendirir. Mührü ona verir, o padişahın vekilidir. İcradan o mes’uldür. Padişahlar gerektiğinde icrayı yönlendirir, divana katılmaz ama takip edebilir.
İşte Sultan Süleyman döneminden bir vak’a...
Dönemin tarihcisi Selanikî Mustafa’nın tarihinde yazıldığına göre, Sultan Süleyman Kâğıthane civarında avlanmaktadır. Burada Bizans devrinden su yolu kalıntılarına rastlar. Bunların ihya edilip İstanbul’un su ihtiyacının daha iyi karşılanmasını düşünür. İşin erbabı olan Nikola adlı mühendisi Kâğıthane’ye getirerek bilgi alır.
“Ne var bunda!” diyeceksiniz? “Padişah değil mi, istediğini yapar, keyf onun!” Kazın ayağı öyle değil!
Durumu öğrenen sadrazam Rüstem Paşa su mühendisini tutuklatır, böylece Padişah’la tekrar görüşmesine mâni olur. Halk bu durumdan haberdar olmuştur. Padişah da tekrar Kâğıthane’ye yolu düşüp konuyu sordurunca duruma vâkıf olur.
Sadrazamı ile ayak divanı yapar. Mühendisin neden hapsedildiğini sorar. Cevap: “Benim haberim yokken hazineye masraf açacak bir şey yapılacağı anlaşıldığından bilgi almak için tutuklattım.” Aslında sadrazam, “benim yetki alanıma girmeniz doğru değil padişahım” demek istemektedir.
Sadrazam bizim tarihlerimizde “Kanunî” unvanıyla seçkinleşen bir padişaha hitab etmektedir.
Sözün özü: Mesele başkanlık, yarı başkanlık, padişahlık... Meselesi değildir. Hiç bir sistem tek başına sihirli formüller üretmez. Her şeyin hukuku vardır, yönetimin de. Makamlar ve roller iyi tarif edilmeli, sınırlar iyi çizilmeli, haklar ve vazifeler doğru tevzi edilmelidir. Ondan sonra “Yaşasın başkanlık” diyebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.