Ebubekir Sifil

Ebubekir Sifil

Kimlik krizi

Kimlik krizi

Bundan fazla değil 1 asır öncesine kıyasla geldiğimiz noktaya baktığımızda net olarak gördüğümüz bir şey var: İki kuşak önceki insanların sahip olduğu kimlik ve aidiyet bilincinden hayli uzaklaşmış bulunuyoruz.

Onların sahip olduğu bilinç, onları yüzyıllar ötesine, Asr-ı Saadet’e bağlayan sahih ve sahici unsurlar üzerine bina edilmişti. Kendilerinden ve değerlerinden asla şüphe duymazlardı. 

Şimdi geldiğimiz nokta ise tam olarak “savrulmuşluk” kelimesinin anlattığı şeyi ifade ediyor. Özellikle okuma-yazma oranının yüksek olduğu genç kuşaklarda eni-konu bir “yabancılaşma” durumu görülüyor. Adeta ayaklarını basacağı zemin kalmamış gibi. 

Sarsılmaz bir imanla bağlandıkları bir itikatları yok. Neye inanmaları gerektiğinden emin değiller. Tarihlerinden şüphe içindeler; hayırla ve gururla anabilecekleri bir tarihleri olmadığına inandırıldılar. Ecdatlarından teberri ediyorlar. Kaynaklarına itimatları yok…

Hafızasız, kimliksiz, ufuksuz bırakılmış böyle bir nesil Ümmet adına nasıl bir vizyon üstlenebilir, nasıl bir ufka ve ideale sahip olabilir?

Nesli bu hale getirenler üzerinde durmayacağım bugün. Bunun doğru bir gidiş olmadığını söyleyenlerin bu gidişi durdurmak için ne yaptıklarını sorgulamayı tercih edeceğim.

Bu ülkede çeşitli mensubiyet ilişkileri üzerinden insanımızın kimliğini muhafaza endişesiyle hareket eden, ya da öyle olduğunu söyleyen pek çok yapı var. Cemaatler, tarikatler…

Bunlar içinde insanımızı aslî kimlik unsurlarıyla yeniden buluşturacak küresel pojeler üretebilenlerin oranı nedir diye bakacak olursak karşımıza kocaman bir hüsran çıkacak. Maddî imkânlarına, insan potansiyellerine vs. baktığınızda devasa yapılar görebilirsiniz. Ama nasıl bir ufka sahip oldukları noktasında, yani “özgül ağırlıkları“ noktasında maalesef çok iyimser olamıyoruz.

Birkaç üniversite hocasının bu ülkede oluşturduğu yıkıcı etkiye layıkı veçhile mukabele edemiyor oluşları bu söylediğimin teyidi için fazlasıyla yeterli olacaktır.

Yaşanan, bir “kimlik krizi”dir ve buna gereği gibi mukabele edebilmek için meseleyi kökeninden ele almak gerekir. “Medrese” adı altında faaliyet gösteren, iyi niyetleerle kurulmuş ve büyük fedakârlıklarla yürütülmeye çalışılan müesseseler var. Çeşitli cemaatlere ve tarikatlara ait araştırma merkezleri, akademiler, ilim müesseseleri var. Ama bunların hiç birinin bu ülkede gündem oluşturabilecek, haydi bunu geçtik, gündem oluşturanların ürettiği problemlere mukabele edecek dirayetleri, birikimleri, ufukları yok. Ya da en azından “arzu edilen seviyede” yok.

Bu gidişin bu şekilde devam edemeyeceğini söylemek zait olacak. Potansiyel ve imkân sahibi bu yapıların bir an evvel bu boşluğu doldurmak için gerekenleri yapmak gibi bir mükellefiyetleri var. Kayıplarımızın başında “itikad” alanındaki savrulmalar geliyor. Bu ülke insanının kahir ekseriyeti ya Mâturîdî veya Eş‘arî’dir. Kimliğimizin en temel unsuru olan Usulüddîn alanındaki boşluğu görmemek için insanın gözlerini, hatta sadece gözlerini değil, kalbini de kapatmış olması gerekir. Zira özellikle gençlerimizin kahir ekseriyeti bu itikadî ekollerin hiçbir sahih zemin üzerine kurulmadığını, devri kapanmış, son kullanım tarihi geçmiş yapılar olmaktan başka bir anlam ifade etmediklerini düşünüyor.

İtikad alanında yaşanan bu savrulmayı diğer alanlarda da görmek elbette şaşırtıcı değil ve yaşanan bu kimlik krizi, geldiğimiz nokta itibariyle yeterince endişe verici. İmkân ve potansiyel sahibi yapılar içinde dahi bu savrulmayı yaşayanların sayısında gözle görülür bir artış bulunduğunu dehşetle ve ibretle  müşahede ediyoruz.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ebubekir Sifil Arşivi