Ebubekir Sifil

Ebubekir Sifil

Paralel Yapı(lanmalar) Asleyn’in Önemi ve Rüya/İlham/Keşifle Amel

Paralel Yapı(lanmalar) Asleyn’in Önemi ve Rüya/İlham/Keşifle Amel

Müslümanların yaşadığı en temel kafa karışıklığı, “Asleyn” dediğimiz “iki temel”in (Usul-i Din ve Usul-i Fıkıh) hayatımızdan sessiz sedasız çekilmesinden sonra yaşanmaya başladı. “Asıl” olanlar hayatımızdan çekilince, yerlerini sahtelerinin alması kaçınılmazdı ve öyle oldu.

Ümmet varoluşun en temel deklarasyonu olan “akide” konusunda adresi şaşırıp başka başka vadilere savrulunca Din’le ilişkimizde vazgeçilmez biçimde sapmalar, eğretilikler oluştu; atı arabanın arkasına koşmaya başladık. Hayatı ilahî hakikatler ekseninde inşa etme iradesi, yerini, ilahî olanı beşerî olana uydurma anormalliğine bıraktı…

Oysa bu alan, aşağıda sözünü edeceğim “naklî deliller”e giden yolda bize/insanlığa rehberlik etmesi bakımından son derece önemlidir. Ümmet’in naklî deliller konusunda yaşadığı kafa karışıklığı, bizi onlara götüren aklî delilleri sistemli bir şekilde hayatımıza sokan akliyyatın, yani Usul-i Din’in bilincimizden kazınması neticesinde ortaya çıkmıştır. Çok az insan bunun farkındadır…

İşin bu kısmına “ontoloji” demek doğruysa, ikinci arıza da kaçınılmaz olarak “epistemoloji” alanında yaşandı. Neyi nerede arayacağımızı, hangi soruyu kime soracağımızı şaşırdık. Oysa Usul-i Fıkıh bize, bilgi kaynaklarımızı bütün detaylarıyla öğretmişti: Aslî Deliller ve Fer’î Deliller.

Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas’tan oluşan aslî deliller ve onlardan kaynağını onlarda bulan fer’î deliller, “naklî deliller” olarak, Usul-i Din’in döşediği zeminde tarih boyunca müslümanlığımızı mutmain bir kalple yaşama imkânı bahşetti bize. Allah Teala’yı razı edecek müslümanlık ancak bu zeminde mümkün olabilirdi.

Tedeyyünümüzün içini sahici biçimde dolduran bu iki asıldan (Asleyn) uzaklaştıkça “deliller”in yerini “delilimsiler” aldı ve biz toplum olarak, Ümmet olarak bu delilimsileri asıl yerine koyduğumuz için onların bizi götürdüğü yeri, delilin bizi götürdüğü yer zannetmeye başladık.

Bize bilgi kaynaklarımızı veren Usul-i Fıkıh, hayatımızı tanzim ederken, müslümanlığımızı yaşarken kendisine uyacağımız deliller arasında “rüya”ya, “ilham”a ve “keşf”e yer vermez. Çünkü bunların ölçülebilir, tartışılabilir, sağlaması yapılabilir yanları yoktur.

Elbette Ehl-i Sünnet itikadı çerçevesinde bunların her birinin hak olduğuna inanırız. Ama bu, onları “aslî deliller” yerine koyabileceğimiz anlamına kesinlikle gelmez. Hatta onların muteberliği, ancak aslî delillere uygunlukları ölçüsünde söz konusudur. Bir başka şekilde söylersek: Rüya da, ilham da, keşif de insana hakiki bilgi verebilir; ancak bunlar vasıtasıyla elde edilen bilginin hak olup olmadığını Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas’a bakarak anlayabiliriz ancak. Onların bize söyledikleriyle ancak, bu aslî delillere aykırı olmaması şartıyla amel edebiliriz. 

Öte yandan ilham da, rüya da, keşif de hak olduğu kesin ortaya çıktıktan sonra ancak sahibini bağlar. Üçüncü şahısların, hele de bütün olarak toplumun, bir kişinin rüyasıyla, ilhamıyla, keşfiyle amel etme mecburiyeti kesinlikle yoktur. Hatta bu “mecburiyet” rüya, ilham, keşif sahibinin bizzat kendisi için dahi söz konusu değildir. Dilerse amel eder, dilemezse etmez.

Bu ülkenin karşılaştığı en ciddi tehditlerden biri olan “Paralel yapılanma”nın, tabanı nasıl bir motivasyonla belli bir kıvamda tuttuğunu, yönlendirdiğini araştırdığımızda karşımıza yine bu “delilimsi”ler çıkıyor. Birileri birtakım rüyalar görüyor; rüyayı gören de, rüyanın kendisi de, onu aktaralar da “yanılmaz” kabul edildiği için, daha önce bu konularda güdülenmiş insanlar bunu “vahiy” gibi telakki ediyor. Bunun sonucu da elbette “sorgusuz- sualsiz teslimiyet” olacaktır.

Aynı şey “ilham” ve “keşif” için de söz konusudur. Bunlar da “delil” değildir. Bir kitabın mukaddimesinde “ilhamla yazdırıldığı“ söylendiğinde, biz bunu “içinde hiç hata yoktur” şeklinde anlıyoruz. Oysa vahiy kapısı kapanmıştır ve artık ilham hiçbir fikrin, düşüncenin, hareketin ve tesbitin bütün detaylarıyla ve yüzde yüz hak olduğu şeklinde bir garanti içermez. Bu söylenenler keşif için de aynen geçerlidir. Keşif sahibinin keşfini “okuması“, ondan netice çıkarması tıpkı müctehidin ictihadı gibidir. Orada ne kadar yanılma payı varsa, burada da o kadar yanılma payı vardır.

Türkiye yeni bir seçime doğru gidiyor. Fısıltı gazeteleri birtakım çevrelerden, oyların hangi partiye verileceğine dair rüyalar, ilhamlar, keşifler… yaymaya başladı başlayacak. Usul-i Fıkıh bilmiyorsak, sağduyunun sesini de mi işitmiyoruz?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Ebubekir Sifil Arşivi